Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tez Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 2912
  • Öğe
    Çiğ ve UHT keçi sütlerinde aflatoksin m1 varlığının araştırılması
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2019) Ciritci, Emre; Alemdar, Süleyman
    Bu çalışma, çiğ ve ısıl işlem görmüş keçi sütlerinde AFM1 varlığını tespit etmek ve halk sağlığı açısından risk oluşturup oluşturmadığını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Çalışmada Sivas Merkez köylerindeki küçükbaş işletmelerinden 88 adet çiğ keçi sütü ve piyasada tüketime sunulan 29 adet UHT keçi sütü olmak üzere toplam 117 örnek materyal olarak kullanılmıştır. AFM1 analizlerinde ELİSA tekniği uygulanmıştır. Analiz sonuçunda çiğ keçi sütlerinde 39 (%44,3) örnekte AFM1 tespit edilemezken, 49 (%55,6) örnekte AFM1 değerleri 0,20-103,53 ng/L arasında ve ortalama 6,32±1,7 ng/L olarak belirlenmiştir. UHT keçi sütlerinde ise 23 (%79,3) örnekte AFM1 bulunamazken, 6 (%20,7) örnekte AFM1 değerleri 0,16-30,03 ng/L arasında ve ortalama 2,57±1,41 ng/L olarak tespit edilmiştir. Çiğ keçi sütlerinde 2 (%1,71) örnekte AFM1 düzeyleri mevzuatta bildirilen limit değerlerin üzerinde çıkmıştır. UHT keçi sütü örneklerinin tamamı mevzuata uygunluk göstermiştir. Sonuç olarak, hem üreticiler hem de tüketiciler aflatoksinlerin önemi ve korunma yolları konusunda bilinçlendirilmeli, aflatoksin bulaşmalarının önüne geçecek uygun stratejiler geliştirilmeli ve izleme programları oluşturulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Keçi sütü, Aflatoksin M1, ELISA
  • Öğe
    Stres üriner inkontinans tedavisinde uygulanan pubovajinal fasyal sling ve vajinal wall sling operasyonlarının sonuçlarının karşılaştırılması
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2005) Kayacan, Ertan; Kılıçarslan, Hakan
    IV ÖZET Sosyal, hijyenik problem haline gelen ve objektif olarak gösterilebilen stres üriner inkontinans detrusor kontraksiyonu veya mesanenin aşın distansiyonu olmaksızın, karın içindeki basınç artışına bağlı idrar kaçırmadır. Pubovajinal fasyal sling operasyonu uyguladığımız 38 hasta ile vajinal wall sling operasyonu uyguladığımız 58 hastanın sonuçlan karşılaştmldı. Pubovajinal fasyal sling operasyonu yapılan hastaların yaşlan 25 ile 80 yıl arasında değişmekte olup (ortalama 44.5 yıl), doğum sayısı 1-8 (ortalama 4.7) ve takip süresi 14-32 ay (ortalama 26.7 ay), operasyon süresi 30-70 dakika (ortalama 46 dakika) olup hiçbir hastada komplikasyon görülmedi. Üretral kateteri 3-10 gün sonra (ortalama 7.1 gün) çekilen hastalar, 3-10 gün (ortalama 6.5 gün) sonra taburcu edildi. Vajinal wall sling operasyonu yapılan 58 hastanın yaşlan 41 ile 71 arasında (ortalama 52.3 yıl) değişmekte, doğum sayısı 1-7 (ortalama 5.6) ve takip süresi 16-34 ay (ortalama 26 ay), operasyon süresi 30-70 dakika (ortalama 47.9 dakika) olup hiçbir hastada komplikasyon görülmedi. Üretral kateteri 3-10 gün sonra (ortalama 7.7 gün) çekilen hastalar, 3-10 gün (ortalama 7 gün) sonra taburcu edildi. înkontinans cerrahi tedavisinde uygulanan diğer yöntemlere göre komplikasyon oranı düşük olan pubovajinal fasyal sling ve vajinal wall sling operasyonlarının etkili bir yöntem olduğu ve cerrahi tedavide uygulanması gerektiğini söyleyebiliriz. Anahtar kelimeler: Stres üriner inkontinans, sistosel, cerrahi, tedavi
  • Öğe
    Koyun karaciğer, böbrek ve kas dokularında beta-laktam grubu antibiyotik kalıntısının araştırılması
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2019) Hastaoğlu, Engin; Ağaoğlu, Sema
    Bu çalışmada, koyun karaciğer, böbrek ve kas örneklerinde beta-laktam grubu antibiyotiklerin varlığı ve düzeyi araştırıldı. Bu amaçla, Sivas'ta yerel bir mezbahada kesilen koyunlardan alınan 75 doku örneği materyal olarak kullanıldı. Analizlerde ELİSA yöntemi uygulandı ve ticari test kitleri ile çalışıldı. Analiz sonuçlarına göre; karaciğer ve kas örneklerinin tamamı (%100), böbrek örneklerinin ise %92'sinde (23 örnek) beta-laktam kalıntısı tespit edildi. Beta-laktam düzeyi karaciğer örneklerinde 1,56-32,73 ng/g (ort. 3,74±1,21), böbrek örneklerinde 1,70-2,82 (ort. 2,07±0,06) ve kas örneklerinde ise 1,68-26,76 (ort. 3,19±0,98) ng/g arasında saptandı. Örneklerde belirlenen kalıntı düzeyleri Türk Gıda Kodeksi ve AB komisyonu tarafından bildirilen yasal limitlere uygun bulundu. Anahtar Kelimeler: Koyun, Beta-laktam, Kalıntı, ELISA
  • Öğe
    PSA dansitesi ile multiparametrik prostat MRG arasındaki korelasyonun prostat kanseri tanısındaki değeri
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2022) Aslanoğlu, Ahmet; Saygın, Hüseyin
    Prostat kanseri günümüzde erkeklerde görülen en önemli sağlık sorunlarından birisidir. Tüm popülasyonda en sık beşinci, erkeklerde ise en sık ikinci kanserdir. Yaşlı erkeklerde en sık görülen solid organ tümörüdür. Her yedi erkekten birinde yaşamı boyunca prostat kanserine yakalanma riski mevcuttur. 2018 verilerine göre prostat kanseri, dünya genelinde tahmini 1.6 milyon yeni tanı ile tüm kanserlerin %7.1'ini oluşturmaktadır. Yaşlı popülasyonun giderek artış göstermesi, prostat kanserinin ileriki yaşlarda sıklığının artmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda çalışmamızda; non-invaziv tanı yöntemleri olan PSAD ile prostatın Mp-MRG'nin prostat kanseri tanısındaki öngörülebilirliğini araştırmayı amaçladık. Ocak 2017-Aralık 2021 tarihleri arasında Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Hastanesi Üroloji Polikliniğine başvuran, yaşları 48 ile 82 arasında değişen 193 hastanın dosyaları retrospektif olarak taranıp değerlendirildi. Kontrollerinde serum PSA değeri yüksek ve Mp-MRG'leri mevcut olan hastalar çalışmamızda yer aldı. Hasta MRG verileri PIRADSv2'ye göre yorumlanıp değerlendirildi. Hasta prostat biyopsileri konvansiyonel olarak 12 ve/veya 16 kadran trucut TRUS eşliğinde yapıldı. Fiziki muayenesi ve kliniğinde altta yatan bir enfeksiyonu olan (akut ve kronik prostatit, idrar yolu enfeksiyonu gibi) ve serum PSA değerini etkileyebilecek herhangi bir girişim (sistoüretroskopi, transüretral rezeksiyon, akut üriner retansiyon gibi) olduğu düşünülen hastalar çalışmamıza dâhil edilmemiştir. Çalışmamızda yer alan hasta PSA'larının alt sınırını 2.5ng/ml, üst sınırını 25ng/ml olarak belirledik. PSAD için cut off değer 0.15ng/ml/cc olarak belirlerken ve <0.15 olan hastalar grup 1 ve ?0.15 olan hastalar grup 2 olarak kategorize edildi. Çalışmamızda PIRADS skoru 3 olan hastalar şüpheli grubu oluştururken, PIRADS skoru 4 ve 5 olan hastalar ise riskli grubu oluşturmaktadır. Yapılan inceleme ve değerlendirmeler neticesinde hastaların prostat biyopsi sonuçlarına göre PSAD ile PIRADS skorları arasında prostat kanseri tanısında pozitif yönlü anlamlı bir ilişkinin olduğu görüldü. Ayrıca bu iki parametrenin kombine kullanımında özgüllüğünde, en az birinin varlığında ise duyarlılığında anlamlı bir yükselmenin olduğu izlenmektedir. Sonuç olarak bu veriler ışığında PSAD ve Mp-MRG'nin birlikte kullanılması, kanser tanısında gereksiz prostat biyopsilerinin önüne geçebilir ve ayrıca biyopsi sonrası oluşabilecek komplikasyonlarını da önemli ölçüde azaltacağını öngörmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Prostat kanseri, PSAD, Mp-MRG, PIRADS
  • Öğe
    Renal hücreli kanserli hastaların tanı ve değerlendirilmesinde üriner NMP22 testinin önemi
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2003) Kaya, Kemal; Ayan, Semih
    Özet Bu çalışmanın amacı mesane tümörünün tam ve takibinde kullanılan üriner matriks protein 22 (]SfMP22)'nin renal hücreli karsinomda (RHK) pozitif olma sıklığım değerlendir mekti. Bilgisayarlı batın tomografisi ile solid renal kitle tespit edilmiş ve RHK ön tanısı ile radikal nefrektomiye hazırlanan 41 hastanın operasyon öncesi üriner NMP22 seviyeleri ölçüldü. Operasyon sonrası 38 renal kitlenin histopatolojik değerlendirmesi RHK olarak bildirildi. İki olguda ksantogranülomatöz pyelonefrit, bir olguda ise küçük hücreli adenokarsinom rapor edildi. Kontrol grubu olarak patoloji sonucu renal taş ya da basit renal kisti olan toplam 30 olgunun idrar örnekleri kullanıldı. Ksantogranülomatöz pyelonefrit olarak bildirilen 2 olgunun yanısıra küçük hücreli adenokarsinom olgusunun test sonucu çalışmaya dahil edilmedi. RHK bulunan hastaların üriner NMP22 değerleri kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksekdi. RHK grubundaki 38 hastadan 23'ünün(%60.5) NMP22 değerinin 10 U/mL'nin üzerinde idi. Kontrol grubunda 4 olguda test sonucu 10 U/mL'nin üzerindeydi. RHK olan olgularda patolojik Tümör evresi ile üriner NMP22 değerleri arasındaki korelasyona bakıldığında, evre ilerledikçe NMP22 değeri artmakla birlikte ilişkinin istatistiksel olarak anlamsız olduğu görüldü. NMP22 değerleri ile derece ve tümör büyüklüğü arasındaki ilişkiler de anlamsızdı. Üriner NMP22 testi RHK olan olguların tanınmasına ve rastlantısal RHK tanılarının artmasına yardımcı olabilir. Bunun yanında RHK olgularında da pozitif test değerlerinin alınabiliyor olması, üriner NMP22 değeri yüksek olan mesane tümörü şüpheli hastalarda daha kapsamlı değerlendirmeyi gerekli hale getirmektedir. Renal tümör hücrelerine özgü NMP ölçümlerinin yapılabilmesi bu testin RHK' da kullanılabilirliğini arttıracaktır. Anahtar kelimeler: Renal hücreli karsinom, NMP22
  • Öğe
    Prostat kanserlihastalarda, Gleason skoru, patolojik ve klinik evre ile E-cadherin, ?-catenin ve CD44 ekspresyonları arasındaki ilişki
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2008) Yarıcı, Hakan; Gökçe, Gökhan
    Bu çalışma, prostat kanserli hastalarda CD44, E-cadherin ve Beta-catenin moleküllerinin Gleason skoru, klinik ve patolojik evre ile ilişkisini değerlendirmek amacıyla yapıldı.Bu çalışmaya Ocak 2001 - Aralık 2006 yılları arasında TUR(P), açık prostatektomi ve radikal prostatektomi yapılan ve prostat kanser tanısı konulan 90 hasta dahil edildi. Çalışma grubundaki olgulara ait %10'luk formaldehit solüsyonu ile tespit edilmiş ve rutin doku takibi ile hazırlanmış parafin bloklardan elde edilen Hematoksilen-Eozin (H&E) ile boyalı preparatlarda, CD44, E-cadherin ve Beta-catenin ekspresyonları çalışıldı. Hastalara ait bilgiler, hasta dosyalarına ulaşılarak elde edildi. Preoperatif verilerde fizik muayene, PRM, PSA, direkt üriner sistem grafisi, üriner sistem USG bulguları kaydedildi. Postoperatif takipte PSA, kemik sintigrafisi kullanıldı. Çalışmaya daha önceden prostat kanseri tanısı konulmayan ve radyoterapi, kemoterapi, hormonoterapi almayanlar dahil edildi.Çalışmaya alınan 90 PKa'li hastanın; %92,2'sinde CD 44, %51,1'inde E-cadherin ve %20'sinde Beta-catenin boyanma oranlarında azalma saptandı. Yüksek ve düşük Gleason skorları yönünden Beta-catenin dışında istatiksel anlamlı fark saptanamadı. Radikal prostatektomi yapılan hastalardaki pT2 ile pT3 evreler arasında E-cadherin, Beta-catenin ve CD44 boyanma oranlarında azalma yönünden fark bulunamadı. T1-T2-T4 klinik evreler arasında E-cadherin, Beta-catenin ve CD 44 boyanma oranlarında azalma yönünden fark bulunamadı.Sonuç olarak, prostat kanserinde CD44 ve E-cadherin ekspresyonunun, Gleason skoru, klinik ve patolojik evreden bağımsız olarak azaldığını saptadık.Anahtar Kelimeler: Prostat kanseri, CD 44, E- cadherin, Beta ?catenin
  • Öğe
    Prostat kanserinde epigenetik kalıtımın yeri ve önemi
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2009) Kılınç, Davran; Gültekin,
    Bu çalışmada, prostat kanserinde epigenetik kalıtımın yeri ve önemi, tümör supresör genlerinden SFPR2, P16, DAPK1, HIC1 ve MGMT'nin metilasyon durumlarına göre epigenetik profillerine bakılarak prospektif olarak incelendi.Çalışmaya Ocak 2008 ? Aralık 2008 tarihleri arasında TUR(P) ve radikal prostatektomi yapılan ve prostat kanser tanısı konulan 30 hasta dahil edildi. Prostat kanseri tanısı alan hastaların doku örneklerinden daha sonra incelenmek üzere DNA bankası oluşturuldu. Hasta örneklerinin öncelikle total genomik DNA analizleri yapıldı, multipleks temelli PCR ve bisülfit metil modifikasyon yöntem ile de hedef genler analiz edildi.30 hastada SFPR2, P16, DAPK1, HIC1 ve MGMT'nin metilasyon durumlarına göre epigenetik profilleri gleason skorundan bağımsız olarak incelendiğinde; genler için fullmetilasyon durumları sırasıyla 12(%40), 1(%3.4), 9(%30), 21(%70) ve 3(%10) olarak bulundu. Bu genlerden sadece HIC1'de hipermetilasyon oranı istatistiksel olarak anlamlı idi.Gleason skorlarına göre hastalar düşük ve yüksek dereceli olarak gruplandırıldı. Bu gruplarda çalışılan tumör supresör genlerinin metilasyon durumları incelendi. Gleason skorlamasına göre ayrılan düşük dereceli ve yüksek dereceli prostat adenokarsinomu olan 29 hastada, gleason skoru yüksek olanlarda SFPR2'de metilasyon, P16'da ise unmetilasyon istatistiksel olarak anlamlı idi. MGMT farkı ise anlamsızdı. DAPK1 ve HIC1 de metilasyon oranı yüksek olmasına rağmen istatistiksel analiz yapılamadı.Sonuç olarak epigenetik kalıtımın öneminin fark edilmesi ve bu kalıtımda görevli genler üzerinde yapılacak daha geniş çalışmalar ile metislasyonların erken dönemde saptanması, prostat kanserinin tanı ve tedavisinin planlanmasında prognostik faktör olarak rol oynayabilir. Metilasyon ile kanser patogenizi arasındaki bu ilişkinin açığa çıkarılması için ileri ve daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.Anahtar Kelimeler: Prostat kanseri, DAPK1, HIC1, P16, SFRP2, MGMT, Epigenetik
  • Öğe
    Çiğ koyun ve keçi sütlerinde tetrasiklin grubu antibiyotik kalıntısının araştırılması
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2019) Sarıkaya, Hilal; Ağaoğlu, Sema
    Bu çalışmada, çiğ koyun ve keçi sütlerinde tetrasiklin grubu antibiyotiklerin varlığı ve düzeyi araştırıldı. Bu amaçla; 30 koyun ve 30 keçi sütü olmak üzere toplam 60 çiğ süt örneği materyal olarak kullanıldı. Süt örnekleri, 2019 yılı Mart ve Nisan aylarında Sivas yöresinde yetiştiricilik yapan çiftliklerden periyodik olarak toplandı. Analizlerde ELISA yöntemi uygulandı ve ticari test kitleri kullanıldı. Analiz sonuçlarına göre, incelenen çiğ koyun ve keçi sütlerinin tamamında tetrasiklin grubu antibiyotik kalıntısı tespit edildi. Kalıntı düzeyi koyun sütlerinde 3,41-22,15 µg/L arasında ve ortalama 7,73±0.789 µg/L olarak belirlendi. Keçi sütlerinde kalıntı miktarı en düşük 5,64, en yüksek 33,17 ve ortalama 17,26±1.518 µg/L olarak saptandı. Analizleri yapılan çiğ koyun ve keçi sütlerinde belirlenen kalıntı düzeyleri AB komisyonu ve Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği'nde bildirilen limit değerlere uygun bulundu. Anahtar Kelimeler: Çiğ süt, Koyun, Keçi, Tetrasiklin, Kalıntı
  • Öğe
    Tek taraflı testis torsiyonu sonrası karşı testiste gelişen apopitotik değişikliklere losartan ve lisinoprilin etkileri
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2003) Karboğa, Hasan; Gökçe, Gökhan
    IV ÖZET Tek taraflı testis torsiyonunda karşı testisde oluşan artmış programlı hücre ölümünün (PHÖ) infertilite riskini artırdığı deneysel olarak gösterilmiştir. Bu çalışmadaki amacımız; Anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörlerinden (ADE İnh.) Lisinopril ve Anjiyotensin II subtip 1(ATı) reseptör blokörlerinden Losartanın tek taraflı testis torsiyonunda karşı testisde oluşan artmış PHÖ üzerine olan etkilerini deneysel olarak araştırmaktı. Çalışmamızda otuz adet erkek rat randomize olarak 6'şarlı beş eşit gruba ayrıldı. Grup 1 ve Grup 2 kontrol grubu ve sham grubu olarak ayrıldı. Grup 3,4 ve 5'de ise tek taraflı testis torsiyonu yapıldı. 6 saat sonra detorsiyone edildi. Bu gruplara detorsiyondan bir saat önce intraperitoneal olarak sırasıyla şalin, Losartan ve Lisinopril enjeksiyonu yapıldı. Detorsiyondan 24 saat sonra ise karşı testis cerrahi olarak çıkarıldı. Elde edilen kesitler PHÖ oranını göstermek için TÜNEL metodu ile boyandı. Her testis için 100 adet seminifer tubül değerlendirildi ve PHÖ hücreleri kaydedildi. Ekstrasellüler matriksdeki kollejen lif dağılımını semikantitatif olarak göstermek için Retikulum boyaması yapıldı. Ayrıca alınan tüm kesitler Johnsen Tubüler Biopsi Skoruna (JTBS) göre değerlendirildi. Bu çalışmada elde edilen verilere dayanarak Grup 3'ün PHÖ oranı Grup 1, 2, 4 ve 5'e göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Grup 1, 2, 4 ve 5'de PHÖ oranı ise kendi aralarında anlamsızdı. Retikulum boyaması yönünden tüm grublar kendi aralarında karşılaştırıldığında Grup 3'de kollejen dağılımı yönünden yüksek bulundu. Grup 3'te JTBS diğer gruplara göre anlamlı olarak daha düşüktü. Sonuç olarak Anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri ve Anjiyotensin II subtip 1 reseptör blokörlerinin tek taraflı testis torsiyonunda karşı testisde oluşan tubüler hasarı ve PHÖ oranını azaltmıştır. Anahtar kelimeler; Programlı hücre ölümü, Testiküler torsiyon, Losartan, Lisinopril, Tubüler hasar
  • Öğe
    Prostat kanseri için potansiyel erken tanı belirteçleri mikro RNA’ ların PSA ile korele kullanımının pozitif biyopsileri ortaya çıkarabilmedeki durumu
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2015) Asdemir, Aydemir; Ayan, Semih; Korğalı, Esat
    Prostat kanseri erkeklerde görülen en sık kanser türlerinden biridir. PSA halen prostat kanserinin erken tanısında duyarlılık ve özgüllüğü düşük olmasına rağmen en önemli belirteçtir. Prostat kanserinin kesin tanısı operasyon veya biyopsi materyallerinin histopatolojik doğrulamasına dayanır. Bu da negatif biyopsileri ve böylece biyopsiye bağlı komplikasyonları da azaltmak için PSA' ya alternatif veya birlikte kullanıldığında tanısal değerini arttıracak yeni arayışları gerekli kılmaktadır. miRNA' lar nükleotid içeriği olarak kısa, 18-30 nükleotid uzunluğunda, kodlama yapmayan, hücrenin kendisinde üretilen, yeni keşfedilmiş bir RNA çeşididir ve gen ekspresyon düzenleyicisi işlevi görür. miRNA ekspresyon seviyesindeki değişiklikler, hastalık patogenezinde önemli olabilir. Prostat kanserinde geniş çaplı bir miRNA ekspresyon değişikliği gösterilmiştir. Çalışmamız prostat kanserli 27 hasta ile 32 BPH' li kontrol grubunda yapıldı. Çalışma için her bireyden 3cc kan örneği alındı ve miRNA kitleri ile ilgili belirli protokol takip edilerek serum elde edildi. Serum örnekleri çalışma başlayıncaya kadar -80 0C' de bekletildi. RT PCR cihazı ile miRNA ekspresyon seviyelerine bakıldı. Prostat kanserlilerde miRNA-221 ve miRNA-432 ekspresyon seviyeleri kontrol grubuna göre artmış, miRNA-17-5p, miRNA-30c, miRNA-107, miRNA-141, miRNA-145, miRNA-181a-2, miRNA-331-3p, miRNA-574-3p ekspresyon seviyeleri ise azalmış olarak bulundu. Her iki grupta da miRNA-21 ve miRNA-375' in ekspresyon seviyeleri benzerdi. Prostat kanseri tanısında miRNA' ları belirteç olarak değerlendirebilmek için daha kapsamlı ve tümör dokusuyla birlikte araştırılmış yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.
  • Öğe
    Prostat kanserinin CD138 ve CD163 biyobelirteçleri ile klinik korelasyonu
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2023) Ünal, Ali; Saygın, Hüseyin
    Giriş: Prostat kanserinde tümör agresifliğini göstermek için yeterli kanıt yoktur. Bu nedenle tedavi planlanmasında ek ya da bağımsız yeni biyobelirteçlere ihtiyaç vardır. CD138 ya da sindekan-1 heparan sülfat içeren transmembran bir preteoglikandır. İnsan dokularında epitelyal ve plazmosit hücrelerinde üretilir. Kanser gelişiminde hücre proliferasyonu, apoptoz, anjiyogenez, tümör istilası ve metastaz ile ilişkili moleküler yolaklarda rol alır. CD163 pozitif makrofajlar pro-inflamatuvar ve anti-inflamatuvar yanıtta aktif rol oynar. Makrofaj hücrelerinin alternatif fenotiplere dönüşünde rol oynayarak, immun yanıtta rol alır. CD 138 ve CD 163 tümör ilişkili immün yanıtta çok sayıda görev alır ve immün tedaviler için potansiyel hedef moleküllerdir. Bu çalışmada tümör agresifliğini histopatolojik CD 138 ve CD 163 parametreleri üzerinden araştırdık. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Uygulama ve Araştırma Hastanesi Üroloji Kliniğinde takipli, 2014-2020 yılları arasında prostat kanseri tanısı alan 100 hasta dahil edildi. Hastaların %51'i lokalize, %28'i lokal ileri ve %21'i metastatik prostat kanseriydi. Hastaların transrektal ultrason eşliğinde yapılan prostat biyopsi materyalleri CD138 (sindekan-1) ve CD163 (M2 makrofaj) ile boyandı. CD138 boyanma yüzdesi, boyanma şiddeti ve iki değerin toplamıyla oluşturan toplam skorla değerlendirildi. CD 163 ile doku makrofajları boyandı. Tümör dokusu, tümör çevresi non-neoplastik doku ve iki değerin toplamıyla oluşturulan toplam skor ile değerlendirildi. Boyanma sonuçları; tanı anında metastatik prostat kanseri, radikal prostatektomi sonrası perinöral invazyon, radikal prostatektomi sonrası biyokimyasal nüks açısından değerlendirildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 54,61±7,96'di. Ortalama takip süresi 54,61 aydı. Tanı anında metastatik hastaların PSA değeri (p=<0.001) ve ISUP skoru (p=0.000) daha yüksekti ve takip süresi daha kısaydı (p=0.001). Tanı anındaki metastatik hastalarda, CD 163+ makrofaj skoru: tümör dokusunda (p=0,036), tümör çevresi dokularda (p=0,023) ve toplam skorda (p=0,012) daha yüksekti. Lokalize hastalardan 41 tanesine radikal prostatektomi yapıldı. Radikal prostatektomi sonrası perinöral invazyon pozitifliği ISUP (p=0.000), radikal prostatektomi sonrası biyokimyasal nüks (p=0.000) ve pozitif cerrahi sınır (p=0.012) ile ilişkiliydi. Perinöral invazyon pozitif hastalar, perinöral invazyon negatif hastalara göre CD 138 boyanmada; boyanma yüzdesi (p=0.014), boyanma şiddeti (p=0.035) ve toplam skor (p=0.014) ile CD 163+ makrofaj skorunda: tümör dokusu (p=0.026), tümör çevresi dokularda (p=0.030) ile toplam skorda (p=0.012) anlamlıydı. Radikal prostatektomi sonrası biyokimyasal nüks gelişen hastaların ISUP skoru daha yüksekti (p=0.001). Korelasyon analizi değerlendirmesinde ISUP ile PSA arasında pozitif korelasyon (r=0,634; p<0.000) vardı. Takip süresi, PSA (r=-0,237; p=.009) ve ISUP skoruyla (r=-0,206; p=0.002) ters koreleydi. ISUP skoru ile CD 163+ makrofaj skoru ilişkisi; tümör dokusu (r=0,281; p=0.002), tümör çevresi (r=0.252; p=0.006) ve toplam skorda (r=0.303; p=0.001) kuvvetli korelasyon gösteriyordu. Ayrıca ISUP, CD 138 boyanma şiddeti ile ilişkiliydi. Tümör dokusundaki CD 163+ makrofaj skoru ile CD138 boyanma şiddeti (r=250; p=0.006) ve CD138 toplam skoru ile (r=188; p=0.031) ilişkiliydi. Sonuç: Perinoral invazyon hastalığın ilerleyişini gösteren bir risk faktörüdür. Perinöral invazyon pozitif hastalarda CD 138 ve CD 163 ile daha yüksek oranda boyandığını gördük ve bu belirteçlerin perinöral invazyon gibi hastalığın progresyonu gösterebileceğini değerlendirdik. Patolojik evrenin yüksekliği ve metastazik hastalıkla CD 163 daha yüksek oranda korelasyon gösterdi. Bu nedenle CD 163 pozitif boyanan hastaların metastatik hastalık potansiyeli taşıdığı ve daha yakın klinik takibi öngörülmektedir. Anahtar Kelimeler: Prostat Kanseri, CD 138, CD 163, Sindekan-1, M2 makrofaj
  • Öğe
    Sempatektomi yapılan tavşanlarda mesane düz kasında adrenerjik, kolinerjik ve pürinerjik yanıtların invitro değerlendirilmesi
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2009) Yıldız, Orhan; Ayan, Semih
    Mesanede oluşan istemsiz kontraksiyonların etyolojisinde birçok mekanizmalar öne sürülmüş ve araştırılmıştır. Bu çalışmada lumbar sempatektomi yapılarak deneysel instabil mesane oluşturulan tavşanlardan elde edilen mesane kası şeritlerinin kolinerjik, adrenerjik ve pürinerjik ajanlara verdiği in vitro yanıtların kontrol grubuna göre nasıl değiştiği araştırılmıştır. Papaverin ile elde edilen gevşeme yanıtları ve KCL ile elde edilen kasılma yanıtları her iki grupta benzerdi. Bu yanıtlar mesane düz kas fonksiyonlarının normal olduğunu göstermiştir. Deney ve kontrol gruplarından elde edilen izole mesane şeritlerinde betanakol ile oluşturulan kümülatif konsantrasyonlarda kasılma yanıtlarına bakıldığında, parasempatik sistemin deney grubunda in vitro olarak etkilenmediğini gösterecek şekilde, gruplar arasında anlamlı fark bulunamadı. Noradrenalin ile deney grubunda anlamlı olarak daha fazla kasılma yanıtları elde edilirken elektriksel alan uyarısı ile deney grubunda daha az kasılma yanıtları alındı. Deney ve kontrol gruplarından elde edilen izole mesane şeritlerinde; deney grubunda ATP, ADP ve adenozin ile elde edilen kasılma yanıtları anlamlı şekilde artmış olarak izlendi. Bu deneysel çalışmanın sonuçlarına göre; nörojenik mesanede oluşan detrüsör insitabilitesinin etyopatogenezinde adrenerjik ve pürinerjik sistemlerin de rolü vardır ve bu durumun semptomatik tedavisinde antimuskarinik ajanların yanı sıra antipürinerjik ve antiadrenerjiklerin de etkin olabileceği akılda tutulmalıdır.Anahtar Kelimeler: Sempatektomi, unstabil mesane, pürinerjik sistem.
  • Öğe
    Transrektal ultrasonografi eşliğinde yapılan prostat biyopsilerinde uygulanılan lokal anestezi yöntemlerinin visual analog skala (VAS) ile karşılaştırılması
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2013) Cengiz, Kısmet Burak; Korğalı, Esat
    Bu prospektif randomize çalışmada, Transrektal Ultrasonografi (TRUS) kılavuzluğunda prostat biyopsisi yapılan 150 hastada analjezi sağlamak için uygulanan 3 farklı lokal anestezi tekniğinin, intrarektal topikal anestezi (İR-TA), periprostatik tek bölgeli (bazal) blokaj (PPB-b) ve periprostatik çift bölgeli (bazal-apikal) (PPB-ab) blokaj etkinliğini, Visual Analog Skala (VAS) ile değerlendirerek bu üç teknik arasındaki analjezi etkinliğini değerlendirmeyi amaçladık. 2011?2012 tarihleri arasında çalışma kriterlerine uyan 150 hastadan TRUS eşliğinde 12/16 adet prostat iğne biyopsisi alındı. Hastalar poliklinik müracaat sırasına göre randomize olacak şekilde her biri 50 kişiden oluşan 3 gruba ayrıldı; I. Grup (Grup İR-L): Sadece intrarektal (İR-L) lidokain jel uygulanılan grup. II. Grup (Grup PPB-b): intrarektal (İR-L) lidokain jel uygulamasına ek olarak bazal periprostatik blokaj (PPB-b) amaçlı 20 ml %1 lidokain uygulanılan grup. III: Grup (Grup PPB-ab): intrarektal (İR-L) lidokain jel uygulamasına ek olarak bazal ve apikal periprostatik blokaj (PPB-ab) amaçlı 20 ml %1 lidokain uygulanılan grup. Gruplardaki tüm hastalardan görüntülemede kullanılan TRUS probunun yerleştirilmesi esnasında (prob VAS), periprostatik blokajların (bazal veya bazal+apikal) yapılması aşamasında (prob VAS) ve her biyopsi tabancasının ateşlenimi sonrasında (biyopsi VAS) hastalardan VAS şeması kullanılarak ağrı skorlaması istendi. Uygulanılan teknikler karşılaştırılmak üzere biyopsi işlem formuna kayıt edildi. Çalışmamızla ilgili yaptığımız istatistiksel değerlendirmede; Her 3 gruba ait prob VAS, periprostatik blokaj VAS ve biyopsi VAS değerleri karşılaştırılmasında gruplar arası farklılık önemli bulunmuştur (p<0,05). Grup-III hastalarda diğer gruplara göre daha az prob VAS, periprostatik blokaj VAS, biyopsi VAS skorları saptanmıştır. Çalışmamızda Grup-I hastalar, Grup-II ve Grup-III hastalar ile prob VAS ve biyopsi VAS açısıdan karşılaştırılmasında; Grup?I hastalarda prob VAS ve biyopsi VAS açısından önemli bir farklılık bulunmamıştır (p>0,05). Grup-II ve Grup-III hastalarda ise prob VAS arttığında biyopsi VAS değeri de artmaktadır fakat bu bulunan ilişki katsayıları istatistiksel olarak önemli (p<0,05) olmasına rağmen bir ilişki ölçütü olarak kullanılamayacak derecede küçüktür. Sonuç olarak prob VAS değeri arttıkça biyopsi VAS değerinin yüksek olabileceği ve bunun kişiye özgü ağrı eşiği hakkında kabaca bir öngörü sağlayacağı düşünülebilir. PSAD ile TRUS biyopsi sonucunun değerlendirilmesinde; sonucu adeno kanser olanların PSAD değerleri daha yüksek bulundu. Çalışmamızda PSAD ile ağrı skorları açısından yaptığımız değerlendirmede; tüm hasta gruplarında PSAD ile VAS skorları arasında ve uygulanılan anestezi yöntemleri ile PSAD arasında VAS skorları açısından herhangi bir ilişki belirlenemedi. İncelenen gruplara ait yaş ve ağrı (VAS) karşılaştırıldığında ise; yaş ve VAS arasında herhangi bir ilişki bulunamadı. Uyguladığımız lokal intrarektal lidokain jel ile 20 ml %1 lidokain kullanılarak bazal+apikal (çift bölgeli) periprostatik sinir blokajı kombinasyonu; tek bölgeli periprostatik sinir blokajına (bazal) ve intrarektal lidokain jel (İR-L) uygulamasına göre daha etkili olduğu bulunmuştur. Her 3 gruptaki hastalara ait yaş, prostat volümü ve PSAD ile VAS skorları arasında herhangi bir ilişki bulunamamıştır.
  • Öğe
    Prostatizm semptomları ile başvuran hastalarda reoperatif ve postoperatif artık idrar miktarı ile prostatektomiden yarar görme arasındaki ilişkisi
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2007) Coşar, Eyüp; Ayan, Semih
    Bu çalışma, prostatizm semptomları ile başvuran hastalarda preoperatif artık idrar miktarı ile postoperatif ölçülen artık idrar miktarlarının cerrahi tedavi başarısı ile ilişkisini ortaya koymak amacıyla yapıldı. Kronik idrar retansiyonu, nörojenik mesane, mesane tümörü tanılı ve PSA yüksekliği nedeniyle transrektal ultrasonografi eşliğinde prostat biopsisi yapılan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Prostatizm semptomları nedeni ile başvuran 50 yaş üzerinde toplam 35 erkek hastanın preoperatif artık idrar miktarı, PSA seviyeleri, IPSS semptom skorları, üroflowmetrik ve ürodinamik bulguları kaydedildi. IPSS değeri 20 ve üzeri olanlar ve/veya üroflowmetride Qmax değeri 15 ml/sn altında olanlar opere edildi. Prostatektomiden ortalama 90 gün sonra EAU (Avrupa Üroloji Birliği) tarafından postoperatif değerlendirmede önerilen, IPSS semptom skorlaması ve üroflowmetrik değerlendirmeleri yapıldı. Tüm hastaların histolojik tanıları kaydedildi ve prostat kanseri gelenler çalışma dışı bırakıldı. Postoperatif IPSS ve üroflowmetrideki düzelme ile preoperatif kaydedilen parametreler arasındaki ilişki araştırıldı. Preoperatif artık idrar miktarının cerrahiden sağlanacak yararı öngörmede etkinliği değerlendirildi. Elde edilen verilerin istatistiksel analizinde eşleştirilmiş t testi ve Wilcoxon Signed Ranks testleri kullanıldı. Anahtar kelimeler: Prostatizm semptomları, postmiksiyonel artık idrar, cerrahi başarı
  • Öğe
    Multipl sklerozlu hastalarda ürodinamizminin önemi
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 1999) Gökçe, Gökhan; Uçar, Cafer
    27 Özet Bu çalışma Ocak 1997- Aralık 1997 tarihleri arasında Cumhuriyet Üniversitesi Nöroloji Anabilim Dalı ve SSK Sivas Hastanesi Nöroloji Bölümünde Poser kriterlerine göre MS tanısı almış 18 hasta üzerinde yapıldı. Bu vakalardan biri üriner sistem şikayetleri nedeniyle önce Cumhuriyet Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalına müracaat etmiş, yapılan muayene ve tetkiklerini takiben istenen nöroloji konsültasyonu sonucu MS tanısı almıştır. Hastalarımızın hepsine ürodinamik çalışma yapılmıştır. Hastalarımızın 11' i (%61.2) anormal ürodinamik patern gösterirken, T si (%38.9) normal olarak değerlendirilmiş ve bu iki grup hasta arasında EDSS, rezidüel idrar miktarı ve hastalık süresi yönünde farklılık tespit edilirken, atak sayısı, sistometrik kapasite yönünden fark tespit edilememiştir. Ayrıca kadın ve erkek hastalar arasında alt üriner disfonksiyon yönünden farklılık mevcut değildi. Sonuç olarak ürodinamik çalışma sonrası vezikoüretral disfonksiyon tanısı konulan genç hastalar mutlaka nörolojik yönden değerlendirilmelidir. Bunun yanında yüksek EDSS değerleri ve uzun hastalık süresine sahip MS' lu hastalar da mutlaka üroloji departmanlarınca değerlendirilmeli, uygun tedavi planı hazırlanıp28 morbidite ve mortalitede büyük öneme sahip üst üriner sistem korunmalıdır.
  • Öğe
    Mesane kanserli hastalarda üriner glikozaminoglikan seviyeleri
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 1999) Kılıçarslan, Hakan; Gültekin, Yener
    26 Özet Bu çalışma Ocak 1998- Eylül 1998 tarihleri arasında Cumhuriyet Üniversitesi Üroloji Polikliniği' ne başvurarak mesane tümörü tanısı almış 27 hasta üzerinde yapıldı. Mesane tümörlü hastalara İVÜ, bilgisayarlı tomografi, sistoskopi, transüretral tümör rezeksiyonu yapıldı. Üriner GAG seviyeleri VVhiteman yöntemi ile ölçüldü. Mesane tümörlü hastaların üriner GAG seviyeleri kontrol grubu ile karşılaştırıldı. Mesane tümörlü hastalar kendi aralarında, tümörün evresine, grade'ine, yüzeyel-invazif oluşuna göre, tümör büyüklüğüne göre gruplandırılarak, bu gruplar arasındaki üriner GAG seviyeleri karşılaştırıldı. Mesane tümörlü hastaların üriner GAG düzeyleri, kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Mesane tümörlü hastalar kendi aralarında karşılaştırıldığında; üriner GAG seviyeleri, grade 1'de, grade 2 ve grade 3 tümörlü hastalara göre daha düşükken grade 2 ve grade 3 tümörlü hastalar arasında anlamlı fark yoktu. Tümör grupları; çok ve tek odaklı, invazif ve yüzeyel, tümör büyüklüğü 3 cm ve daha büyük olan ve 3 cm'den küçük olan gruplar karşılaştırıldığında, üriner GAG seviyeleri birinci gruplarda anlamlı olarak yüksekti. Mesane kanserli hastalarda üriner GAG seviyelerinin biyokimyasal bir tümör belirleyicisi olduğu, yüksek grade'li, invazif, çok odaklı, büyük tümörü olan rekürrens ve progresyon riski yüksek hastalarda daha yüksek27 seviyelerde bulunduğu, bu nedenle tümörün prognozunun belirlenmesinde katkısı olabileceği sonucuna varıldı.
  • Öğe
    Nörolojik ve anatomik olmayan işeme disfonksiyonlu çocuklarda ilk tedavi olarak antikolinerjik ilaç ve davranış tedavisi kombinasyonunun etkinliği
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2006) Topsakal, Kahraman; Ayan, Semih
    Disfonksiyonel işeme, pediatrik ürolojide sık karşılaşılan bir klinik problemdir. Çocuklardakontinansın ve istemli işemenin oluşması sinir sisteminin maturasyonu ve işemeninöğrenilmesi ile oluşur. Bunu engelleyen birçok faktör işeme disfonksiyonuna neden olabilir.Disfonksiyonel işemede, altta yatan herhangibir nörolojik veya anatomik bir bozukluk yoksainvaziv girişimlerin yapılmasının hastalığın tedavi sürecine ve tedaviden alınan yanıta çokfazla bir etkisinin olmadığı yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Bu nedenle disfonksiyonelişemeli çocuklara ilk başta invaziv girişim yapmadan tedavini başlanması önerilebilir. Buçocuklara başlanacak medikal tedaviye, sıkı bir davranış terapisinin eklenmesi tedavidevazgeçilmez bir unsurdur. Bu çalışmada nörolojik ve anatomik olmadığı düşünülen işemedisfonksiyonlu çocuklarda invaziv inceleme öncesi antikolinerjik ile kombine edilen davranıştedavisinin etkinliği, tek başına davranış tedavisi ve plasebo ile kombine edilen davranıştedavilerinin etkinlikleri ile prospektif olarak karşılaştırılmıştır. Tedavi sonrası her üç gruptada semptom skorlarında, tedavi öncesi semptom skorlarına göre tedaviye iyi yanıtı gösterenanlamlı azalma olmasına rağmen, antikolinerjik alan grupta elde edilen skor azalması diğer ikigruba göre anlamlı olarak daha fazla olarak bulunmuştur.
  • Öğe
    Mesane tümöründe kullanılan mesane içi kematerapötik ilaçların mesane fonksiyonu üzerine olan etkilerinin sıçanlar üzerinde denenerek in vitro olarak araştırılması
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2011) Albayrak, Sebahattin; Korğalı, Esat
    Yüzeyel mesane üroepitelyal tümörleri tedavisinde transüretral rezeksiyon altın standarttır. Transüretral rezeksiyon sonrası gelişebilecek nüks ve ilerlemenin önlenmesi amacıyla yüzeyel mesane tümörlerinin evresine, derecesine, tek veya çok odaklı olmasına, boyutuna ve ilk ya da ikincil tedavi edilmesi gibi ölçütlere bağlı olarak intravezikal kemo/immunoterapi uygulanmaktadır. İntravezikal kemo/immunoterapi alan hastalarda alt üriner sistem semptomları sık olarak görülmektedir. Bu semptomların ortaya çıkmasının sebebi ve mekanizması bilinmemektedir.Bu çalışmadaki amacımız Mitomycin C ve Epirubicin gibi intravezikal kemoterapötik ilaçların sıçan mesane kası şeritlerinin kolinerjik ve pürinerjik ajanlara verdiği in vitro yanıtları nasıl etkilediğini araştırmaktır.Bu çalışmada 30 adet Wistar Albino dişi sıçan ; 10 adet Mitomycin C grubu, 10 adet Epirubicin ve 10 adet kontrol grubu olmak üzere üçe ayrıldı. Mitomycin C grubuna 8 hafta 1 mg/mL (0.1 mL) intravezikal haftada 1 kez 8 hafta , Epirubicin grubuna 8 hafta 1 mg/mL (0.1 mL) intravezikal haftada 1 kez 8 hafta kontrol grubuna 8 hafta 0.1 cc % 0.9 NaCl intravezikal haftada 1 kez 8 hafta uygulandı. Tedavinin bitiminden 1 hafta sonra tüm gruplardan alınan mesane şeritleri in vitro olarak değerlendirildi. Karbakol, KCL, ATP, ADP ve elektriksel alan uyarısı ile oluşan kasılma yanıtlarına bakıldı.Çalışma sonucunda mesane şeritlerinde in vitro olarak yapılan değerlendirmelerde kontrol grubu ile Mitomycin C ve Epirubicin grubunda KCL kasılma yanıtlarında anlamlı fark bulunmazken; Karbakol, ATP ve ADP kasılma yanıtlarında kontrole göre Mitomycin C ve Epirubicin grubunda anlamlı olarak azalmış bulundu. Elektriksel alan uyarısı ile elde edilen kasılma yanıtlarında kontrol ve Epirubicin grupları arasında anlamlı fark saptanmadı. Mitomycin C grubunda ise kontrole göre elektriksel alan uyarısı ile elde edilen kasılma yanıtlarında anlamlı artış saptandı. Kolinerjik ve pürinerjik ajanlara yanıt azalmış iken elektriksel alan uyarısı ile elde edilen kasılma yanıtlarında beklenebilecek azalmanın olmaması, Mitomycin C grubunda artış olması ve Epirubicin grubunda ise değişiklik olmaması, farklı mekanizmaların bu olayda rol oynayabileceğini düşündürmektedir. Bu konu ile ilgili ileri araştırmalara gerek vardır.Anahtar Kelimeler: Sıçan, Mesane Tümörü, Kolinerjik, Pürinerjik, Mitomycin C, Epirubicin
  • Öğe
    Perkütan nefrolitotomide postoperatif komplikasyonları etkileyen faktörlerin prospektif incelenmesi
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2005) Aktaş, Volkan; Gökçe, Gökhan
    IV ÖZET Bu çalışma, perkütan nefirolitotomide (PNL) postoperatif komplikasyonları etkileyen faktörleri saptamak amacıyla yapıldı. Toplam 88 hasta çalışmaya alındı. Tüm hastalarda yaş, cinsiyet, üriner enfeksiyon, geçirilmiş preoperatif renal cerrahi yada ESWL, hidronefroz, giriş sayısı, intraoperatif komplikasyonlar, operasyon süresi, preoperatif ve postoperatif hemoglobin değerleri, kan transfüzyon sayısı, taş lokalizasyonları,taş yüzey alanları ve total kan kaybı hesaplanarak kaydedildi.Elde edilen verilerin analizi Khi-kare testi, Fisher kesin Khikare testi, bağımsız gruplarda iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi, Kruskal-Wallis testi ve Mon- Whitney U testi kullanılarak yapıldı. PNL uygulanan 88 hastanın giriş sayısı 1 ile 3 arasında olup ortalama 1.54, operasyon süresi 15 ile 180 dk arasında olup ortalama 61.1 dk olarak saptandı. Postoperatif total kan kaybı ortalama 1.64gr/dl olarak bulundu, (en düşük 0.1gr/dl en yüksek 3.7gr/dl) Peroperatif komplikasyon gelişen hastalardaki hemoglobin değerlerindeki farklar anlamlı bulundu.Operasyon süresine göre hemoglobin değerleri arasındaki farklar anlamlı bulundu Giriş sayısına göre 1 giriş ile 2 giriş, 1 giriş ile 3 giriş arasındaki farklılık anlamlı,2 giriş ile 3 giriş arasındaki total kan kaybı farklılığı anlamsız bulundu. Taşın yüzey alanına göre yapılan istatiksel analizde 500 mm2 nin altında olan hastalarla 500 - 1000 mm2 olan hastalar arasındaki farklılık anlamlı bulundu.Taşın yüzey alanı 500 - 1000 mm2 olanlarla 1000 mm2 den büyük olanlar arasındaki hemoglobin değeri farklılığı anlamsız bulundu. Sonuç olarak; PNL' de operasyon süresi, giriş sayısı, peroperatif komplikasyon gelişmesi, taşm yüzey alanı,preoperatif renal cerrahi total kan kaybını ve kan transfüzyon oranını etkilemektedir.
  • Öğe
    Kısmi omurilik hasarı oluşturulan tavşanlarda mesanede oluşan kolinerjik ve pürinerjik yanıtın erken dönem ürodinamik çalışma ile değerlendirilmesi
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2012) Atasoy, Nursen; Gökçe, Gökhan
    ÖZETGiriş:. Mesane disfonksiyonlarının tanı ve tedavisinde ürodinamikinceleme altın standarttır. Ürodinamik inceleme mesane duyusu, kapasitesi,kompliyansı, dolum ve boşaltımdaki detrüsör basıncı ve sfinkter mekanizmasıhakkında bilgi verir.Bu çalışmanın amacı deneysel spinal kord yaralanması modelinde kısmiomurilik hasarının mesanede oluşturduğu kolinerjik ve pürinerjik yanıtın erkendönemde ürodinamik çalışma ve farmakolojik inceleme ile değerlendirilmesidir.Gereç-Yöntem: Çalışmada 2 eşit gruba ayrılan 16 adet dişi Yeni Zelandatavşanı kullanıldı. Deney grubundaki hayvanların spinal korduna T10 düzeyindelaminektomi sonrası T9 düzeyine yerleştirilen balon anjiografi kateteriyle 30dakika 4 atmosfer basınç uygulandı. Deney grubuna laminektomi sonrası 3.haftada ürodinami yapıldı ve sonrasında sistektomi yapılarak elde edilen kasşeritleri farmakolojik olarak incelendi. Kontrol grubuna laminektomi ve spinalkord basısı yapılmaksızın ürodinami ve farmakolojik inceleme yapıldı.Sonuçlar: Deney grubundaki tüm hayvanlarda detrüsor hiperrefleksisaptandı ve bu hayvanlarda kontrol grubuyla karşılaştırıldığında maksimummesane kapasitesi anlamlı olarak azalmış, maksimum kontraksiyon basıncıanlamlı olarak artmıştı. Adenozin için doza bağımlı maksimum kontraksiyongücü deney grubunda %100±5.6, kontrol grubunda %95.5±6.5 olarak bulundu. Bufark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Bu değerler ADP için deney ve kontrolgruplarında sırasıyla %93.19±6 ve %89.7±4.9 , ATP için %80±4.8 ve %86±4.8 idive yine istatistiksel olarak anlamlı değildi. Betanekolle elde edilen maksimumkontraksiyon gücü deney grubunda %100±9.3, kontrol grubunda %62±5.1(p<0.05) olarak hesaplandı ve istatiksel olarak anlamlıydı. Elektrik alanstimülasyonuyla (EFS) elde edilen maksimum yanıtlar deney ve kontrolgruplarında sırasıyla .%58.5±10.6 ve 109±7 idi ve istatiksel olarak anlamlıydıTartışma: Sonuç olarak çalışmamızda laminektomi ve kısmi spinal kordbasısı uygulanan deney grubunda ürodinamik detrüsor hiperrefleksi saptanmışolup farmakolojik olarak incelenen kas şeritlerinde görülen yanıtlar ileuyumluydu. Konuyla ilgili daha çok sayıda denek üzerinde yapılacak çalışmalaraihtiyaç vardır.Anahtar Kelimeler: Spinal kord yaralanması, mesane, ürodinami,kolinerjik ve pürinerjik yanıtlar