Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Kitap Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 7 / 7
  • Öğe
    Sivas’ta yatırlar ve ziyaret yerleri
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2024) Kaya, Doğan
    Sivas’ta Yatırlar ve Ziyaret Yerleri Konusunda Yapılan Çalışmalar Sivas’ta bu konusunda yapılan çalışmalar, cumhuriyetin ilk yıllarına kadar dayanmaktadır. Ortaya konulan çalışmalar; temelde; A. Doğrudan doğruya yatırlar konusunu ele alan çalışmalar, B. Dolaylı olarak yatırlar konusuna yer veren çalışmalar olarak iki başlık altında toplanabilir. Tespit ettiğimiz yayınlar makaleler, kitaplar ve tezler şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Ancak şurasını söyleyelim ki ileriki satırlarda söz konusu edeceğimiz yayınların hiçbirinde, Sivas’ın merkezinde ve köylerinde yatmakta olan yatırlarının tamamını bütün olarak konu edinen bir herhangi bir çalışma yayımlanmamıştır. Bizi böylesi bir çalışmaya sevk eden düşünce de bu olmuştur.
  • Öğe
    Eski Uygurca 'karım' Sözcüğü Üzerine Art ve Eş Zamanlı Bir İnceleme
    (Murat Elmalı, Hacer Tokyürek, 2022) Ayazlı, Özlem
    Eski Uygurcanın ya da daha genel olarak ifade edilirse Eski Türkçenin söz varlığında görülen ve bugün Türkiye Türkçesinin ağızlarında ve diğer çağdaş Türk dil ve lehçelerinde varlığını sürdüren pek çok sözcük vardır. Eski Uygurcada karam şeklinde varyantı bulunan karım sözcüğü de bu sözcüklerden bir tanesidir. Çalışmada karım sözcüğü üzerinde durulmakta ve sözcüğün hem tarihî hem de çağdaş Türk dil ve lehçelerinde tespit edilebilen biçim ve anlamları da yer almaktadır. Makalede, karım sözcüğü üzerine art ve eş zamanlı bir inceleme yapmak amaçlanmaktadır. Bu amaçla, tarihî ve çağdaş Türk dil ve lehçelerine ait metinlerde karım sözcüğünün geçtiği bölümlerin Türkiye Türkçesine aktarımına da yer verilmektedir. Çalışma, beş başlık altında toplanmaktadır: Birinci bölümde, çalışmanın amacı ortaya konulmakta ve makalenin bölümleri tanıtılmaktadır. İkinci bölümde; tarihî Türk lehçelerindeki karım sözcüğünün türev ve anlamları metin örnekleri eşliğinde aktarılmakta, sözcüğün Çince denkliğine yer verilmektedir. Üçüncü bölümde ise sözcüğün çağdaş Türk dil gruplarında tespit edilen biçim ve anlamlarına; dördüncü bölümde de sözcükle ilgili yapılan etimolojilere değinilmektedir. Çalışmanın son bölümünü oluşturan beşinci bölümde ise sözcük ile ilgili elde edilen bulgular sıralanmakta ve yapılan araştırma sonucunda sözcüğün kökeni ile ilgili oluşan kanaatler aktarılmaktadır.
  • Öğe
    Yahyâ Nazîm Divanı
    (09.04.2020) Mustafa Sefa ÇAKIR
    Kadim bir medeniyetin vârisleri olarak geçmişle gelecek arasındaki dengeyi iyi gözetmemiz gerekmektedir. Geçmişinden habersiz, hatta geçmişiyle kavgalı nesiller geleceğimize ışık tutamaz. Bu anlamda hakkı verilerek yapılan edebî, tarihî, ilmî çalışmaların hepsi kıymetlidir, gereklidir. Biz de bu çalışmamızda 17. yüzyılın ikinci yarısında ve 18. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış olan Yahyâ Nazîm Çelebi'nin divanını elimizden geldiğince titiz bir şekilde ortaya koymaya çalıştık. Yahyâ Nazîm, İstanbullu bir şairdir. İstanbul'un Kumkapı semtinde Gedikpaşa'da doğmuştur. Gençliğini de yine burada geçirmiş ve "Gedikpaşalı Nazîm" olarak tanınmıştır. Doğum tarihiyle ilgili net bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak ölüm tarihinin 1727 oluşu ve vefat ettiğinde yaklaşık seksen yaşında olduğu bilgisi bize doğumunun 1649-1650 yıllarında olabileceğini düşündürmektedir. Adının Yahyâ, ilk mahlasının "Halîm" olduğu ve daha sonra Neşâtî tarafından kendisine "Nazîm" mahlası verildiği kaynaklarda geçmektedir. Nazîm, Enderun'da yetişmiş ve öğreniminden sonra sarayda çeşitli görevlerde bulunmuştur. Bir ara kilâr-ı hâssa nöbetçibaşılığına getirilmiş ve daha sonra ömrünün sonuna kadar İstanbul pazarbaşılığı görevini sürdürmüştür. Padişahlardan IV. Mehmed, II. Süleyman, II.Ahmed, II. Mustafa ve III. Ahmed devirlerini görmüş ve 1727'de vefat etmiştir. Vefat yeri ile ilgili tam bir bilgi bulunmamaktadır. Geride birçok beste ve hacimli bir divan bırakmıştır.
  • Öğe
    Sarıhatipzâdelerden Numan Sâbit Efendi ve Bilinmeyen Mi'râciyesi
    (Buruciye Yayınları, 2011) Yekbaş, Hakan
    Araplara ait meşhur bir sözde şöyle söylenir: “Şerefü’l-mekân bi’lmekîn”. Yani bir mekânın şerefi, orada oturan insanlardan gelir. Yoksa toprağın, taşın, ağacın, bahçenin, binanın bizâtihî kendine ait bir kutsallığı yoktur. Mekânı yücelten, orayı şenlendiren, orayı nemâlandıran, oraya ruh ve hayat veren orada ikâmet eden insandır. Çünkü insan, Kur’ânî bir ifadeyle söylemek gerekirse eşref-i mahlûkattır...
  • Öğe
    Manzum Mi'râc-nâme ve Mi'râciyyeler
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2019) Arslan, Mehmet
    Peygamberimizin en büyük mucizelerinden olan mi'râc hadisesi dînî kaynaklarda ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi daha sonra edebi eserlere de konu olmuştur. İslam topluluklarında peygamber sevgisi ile yazılan, şairlerin Hz. Muhammed'e olan saygılarını ve bağlılıklarını ifade amacıyla oluşturulan manzum ve mensur edebi eserler mevlid, hilye, siyer (sîre), hicret-nâme, mu'cîzât-nâme, mi'râc-nâme, şefâ'at-nâme, kırk hadis vb. adlar altında edebi türler oluşturmuşlardır...
  • Öğe
    Manzum Mi'râc-nâme ve Mi'râciyyeler
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2019) Arslan, Mehmet
    Peygamberimizin en büyük mucizelerinden olan mi'râc hadisesi dînî kaynaklarda ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi daha sonra edebi eserlere de konu olmuştur. İslam topluluklarında peygamber sevgisi ile yazılan, şairlerin Hz. Muhammed'e olan saygılarını ve bağlılıklarını ifade amacıyla oluşturulan manzum ve mensur edebi eserler mevlid, hilye, siyer (sîre), hicret-nâme, mu'cîzât-nâme, mi'râc-nâme, şefâ'at-nâme, kırk hadis vb. adlar altında edebi türler oluşturmuşlardır...
  • Öğe
    Prof. Dr. Mehmet Arslan’a Armağan
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2019) Delice, H. İbrahim; Taş, Mehtap Erdoğan; Yekbaş, Hakan
    Ömer Ferit Kâm‟ın “Sağlığında nice ehl-i hünerin / Bir tutam tuz bile yoktur aşına / Öldürürüz onu önce açlıktan / Türbe diktiririz sonra başına” dörtlüğü çok manidardır. Kadirbilmezliğimizi, vefasızlığımızı dile getirir. Dile getirmekle kalmaz, kadirbilmezlik ve vefasızlık üzerine söylenmiş en güzel sözü de bu mısralarla ortaya koymuş olur. Sanatçıların kalp gözüyle görülebilen bu ince gerçek, insanların bazen ihmal bazen kıskançlık bazen de vefasızlık göstergesi olarak tezahür eder ve insan, güzellikleri paylaşmak ve yapılan iyi işleri takdir etmekte ya geç kalır ya da çoğu zaman imtina ederek kendini bu güzellikten mahrum bırakır! Öyle ki, kendisi de dahil pek çok insanın emeğinden beslendiği bir kalem erbabını, ilmiyle âmil bir âlimi veya bir sanatçıyı takdir etmek, ona iltifat etmek için genellikle ölümü beklenir! Bu böyle olmamalıdır. Biz bunun böyle olmaması gerektiğine inananlardanız. Bunun tam tersini ortaya koyan istisnaların olması gerektiğine inanıyoruz ve bu istisnaların istisnasız gerçekleşmesi yönünde büyük bir arzuyu kalbimizde besliyoruz. Umulur; ki, bu çalışma, hocamızın dostları ve öğrencileri olarak bizleri hiç hoş olmayan bu duruma düşmekten kurtardığı gibi insanlar arasında güzelliklerin yaşaması ve yaşatılması için de güzel bir örneklik teşkil eder...