Türk Halk Bilimi Bölümü Kitap Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 5 / 5
  • Öğe
    Sivaslı Aşık Furkani yaşamı - sanatı - şiirleri
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2024) Hallaç, Ahmet Tacetdin; Bezgin, Yusuf Kenan
    Türk kültürünün en köklü ve yaşayan unsurlarından biri olan âşıklık geleneği, Türk tarihinin en eski ve zengin sosyal, dinî ve kültürel olgularından biridir. Bu geleneğin temelleri, Türk toplumunun geçmişinden gelen dinî ve toplumsal uygulamalara dayanır. Özellikle Türk toplumunun sosyal yapısında önemli bir rol üstlenen âşıklar, önceleri dinî vazifeleri yerine getiren kişiler olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemde icra ettikleri ritüellerle toplumsal birliği sağlamışlar ve kamusal alanda uyumu temin etmişlerdir. Ancak zamanla Türk toplumu, değişen koşullar, yeni mekanlar, farklı toplumlar, sosyal olaylar ve teknolojik ilerlemelerle karşılaşmıştır. Bu değişimler, ritüellerin sınırlarını genişleterek estetik ve duygusal yapıların örüldüğü bir sanat pratiği haline gelmiştir. Başlangıçta dinî vazifeleri yerine getiren kişilerin faaliyetleriyle temeli atılan ritüeller zamanla, özellikle destancılık ve ozanlık geleneğiyle ortaya çıkmış ve daha sonra İstanbul kahvehaneleri vasıtasıyla bir sanat icrası halini almış âşıklık, Türk kültüründe önemli bir yer edinmiştir. Âşıklık geleneğinin bu evrimi, önceleri birer ritüel olarak icra edilen organizasyonların sanatsal boyut kazanmasıyla gerçekleşmiştir. Bu süreç içinde âşıklar, toplumun duygusal ve estetik ihtiyaçlarına cevap veren önemli figürler haline gelmişlerdir. Başlangıçta sadece halk arasında tanınan âşıklar, zamanla İstanbul kahvehanelerinde yeni bir biçim kazanarak âşık geleneğini ortaya çıkarmışlardır. Bu süreçte âşıkların rolü, toplumsal, dini ve kültürel yapıya önemli katkılarda bulunmuş ve Türk kültürünün temel taşlarından biri haline gelmiştir.
  • Öğe
    Sivas'ta Sünnet Merasimleri ve Kirvelik Kurumu
    (2021) Tunç, Emrah
    Tarihsel süreç boyunca birçok insan topluluğu tarafından uygulanan ve genel mahiyet itibarıyla yetişkinliğe geçişin bir sembolü olarak düşünülen sünnet uygulamaları; yazılı tarihten çok önceki dönemlere tarihlendirilmekle birlikte her daim güncelliğini koruyan ve sürekli olarak tartışmalara yol açan bir ritüel olarak karşımıza çıkar. Yahudilik ve İslamiyet gibi semitik dinlerde âdeta uygulanması zorunlu sayılan sünnet ritüeli, bugün dahi dünyanın birbirleriyle ilgisiz değişik coğrafyalarında farklı inançlara sahip ve kültürel yaşamları bambaşka olan insan toplulukları arasında, uygulama biçimi ve amacı değişmekle birlikte tartışmasız bir şekilde uygulanmaktadır. Müslüman-Türk toplulukları ise söz konusu uygulamaları kültürel yaşamlarının bir parçası hâline getirerek; sünneti erkek çocuklarının yetişkinliğe geçiş yaptığı bir ritüel vasfıyla törenler eşliğinde uygularlar. Değişen dünya şartlarıyla birlikte uygulanma tarzlarında birtakım farklılıklar söz konusu olsa da üstlendikleri fonksiyonlar itibarıyla kendinden hiç ödün vermeden yoluna devam eden sünnet uygulamalarının kültürel gerçekliği nedir? Sosyal hayatın önemli bir parçası olan sünnet ve sünnet münasebetiyle ortaya çıkarak taraflar arasında hatırı sayılır miktarda “sosyal sermaye” oluşturan kirvelik geleneğinin mahiyeti nedir? Bu çerçevede yapılan değişik uygulamalar niçin yapılır ve söz konusu pratikleri uygulayan toplum için, aslî olarak ne ifade ederler? Bunların tarihsel gelişimi, köken ve mahiyetlerine dair ileri sürülen teoriler nelerdir? Çalışmada yukarıda bahsedilen genel sorulara cevap aranmakla birlikte, özel olarak coğrafyası itibarıyla Doğu ile Batı arasında bir köprü vazifesi üstlenen ve her iki kültürel sahaya dair izleri yüzyıllardır kaynaştırarak devam ettiren Sivas şehir merkezindeki durum ele alınmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda araştırmanın ilk bölümünde, yeryüzünde farklı coğrafyalarda bulunan sünnet operasyonlarının tıbbî ve kültürel açıdan gerçeklikleri, söz konusu uygulamaları gerçekleştiren toplumlar için ifade ettikleri anlamlar ve bu işlemlerin farklı dinî sahalar ve toplumlarda uygulanma şekilleri tartışılmıştır. Ayrıca bu bölümde, sünnetin kökeni ve mahiyeti hakkında ileri sürülen teoriler hakkında genel bir değerlendirmede bulunulmuştur. Yine kirvelik kurumunun ülkemiz insanına ifade ettiği anlamlar; bu kurumun işlevleri, yayıldığı coğrafî saha ve geçirdiği dönüşümler de ana hatlarıyla bu bölümde incelenmeye çalışılmıştır
  • Öğe
    Manilerde Yiyecek Simgeciliği
    (2022) Tunç, Emrah
    Sözlü edebiyat verimlerinden olan ve farklı Türk toplulukları arasında başka başka isimlerle anılan maniler; sahip oldukları kimi özellikleri nedeniyle anonim halk şiirinin en temel formu olarak kabul edilirler. İstisnaî durumlar olmakla birlikte genellikle yedi/sekiz heceli dört dizeden meydana gelen ve yaygınlık açısından diğer nazım türlerinden farklı bir yere konumlanan maniler, hayata dair her türden duygunun ustalıkla ifade edildiği bütünlüklü şiir parçalarıdır. Bu bakımdan birçok farklı meseleyi “konsantre” bir biçimde alımlayıcılara sunan manilerin, küçük hacimlerine rağmen uzmanlık gerektiren bu işlemi esasında dili sanatsal bir şekilde kullanmalarına; yani simgeleştirme kabiliyetlerine borçlu oldukları anlaşılır. En genel anlamıyla simgeleştirme; bir im veya işaretin kendisi dışındaki şeyleri, değerleri veya önermeleri temsil edecek şekilde kullanımı olarak tanımlanabilir. Bu itibarla manilerin, sınırlı bir hacme sahip olmalarından dolayı her şeyi uzun uzadıya anlatmak yerine dili oldukça tutumlu bir şekilde kullanarak simgelere başvurdukları ve bunu yaparken ise çoğunlukla yiyeceklere yöneldikleri görülür. Dolayısıyla gastronomi kültürü açısından belirli değerlere sahip olan yiyeceklerin, mani evreninde basit analojilerin ötesine geçen simgelere evrildikleri ve bu hâlleriyle kültürel yapıyı anlamak için adeta birer anahtar işlevi gördükleri anlaşılmaktadır. Bu açıdan bu çalışma, 16 araştırmacı tarafından muhtelif zamanlarda ülkemizin farklı bölgelerinden derlenen yaklaşık 3000 maniyi tarayarak maniler içerisinde yer alan başlıca yiyeceklerin (tahılların, meyve ve sebzelerin) simgesel anlamlarını, Seyfi Karabaş’ın önerdiği “bütüncül yöntem”i kullanarak çözümlemeyi denemiş ve bu yiyeceklerin simgesel bir envanterini –bir makalenin imkân verdiği ölçüde- çıkartmaya çalışmıştır.
  • Öğe
    Klasik Halk Hikâyelerinden Realist İstanbul Hikâyelerine Hegemonik Erkeklik İmajındaki Değişim ve Dönüşümler Üzerine
    (2021) Tunç, Emrah
    Geleneksel Türk toplumu içerisinde erkekliğe ait olarak tanımlanmış sosyo-kültürel anlamları, Anadolu sahası halk hikâyeleri üzerinden analiz etmeyi hedefleyen bu makalede; toplumsal cinsiyet kategorilerinden biri olan ve biyolojiden ziyade kültürel bir kurguya dayanan erkeklik olgusu; feminist teori ve eleştirel erkeklik araştırmalarının kuramsal birikimleri ışığında ele alınmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda, geçmişe yönelik birtakım çıkarımlar yapmanın yanı sıra bugün yaşanılan hayata da yön veren “zihinsel şemaları” ayrıntılı biçimde irdelemeyi amaçlayan bu makale; Connell’in ortaya attığı ve eleştirel erkeklik çalışmaları açısından büyük bir öneme sahip olan “hegemonik erkeklik” terimine odaklanarak; Anadolu sahasında anlatılagelen farklı dönemlere ait hikâye örneklerine yoğunlaşmış ve bu suretle anlatıların merkezine yerleştirilen hegemonik erkeklik imajlarının geçirdikleri değişim ve dönüşümleri mercek altına almıştır. Bu doğrultuda, özellikle destan döneminin kronik bir uzantısı olarak düşünülebilecek olan kahramanlık temalı halk hikâyelerinde, hegemonik erkeklik değerlerinin büyük oranda abartılmış bir fiziksel güç üzerine kurgulandığı ve “hipermaskülen” erkek imajlarının öne çıkarıldığı; sonraki dönemlerde ise, toplumsal ihtiyaçların güncellenmesi ve cemaat kültürünün çözülmesiyle birlikte bu erkeklerin yerlerini ahlaki açıdan ideal kılınmış diğer erkeklere bıraktıkları sonucuna ulaşılmıştır. En nihayetinde ise, yazılı kültürün yerleşmesiyle birlikte artık Tanzimat romanlarıyla benzer bir epistemolojiye sahip olan realist hikâyelerin, hegemonik erkeklik değerlerini toplumsal ideallerin sınırlarından tamamıyla çıkartarak, yüzlerini yaşanılan dünyanın çirkinliklerine ve eksikliklerine döndükleri ve bu itibarla merkezlerine yerleştirdikleri erkek kahramanları, böylesi bir bakış açısıyla kurgulamaya başladıkları anlaşılmaktadır
  • Öğe
    Bir Performans Olarak 'Cik Ciki Yağlıklı Kız Masalı' (Nazmiye Aygün Anlatması)
    (2022) Tunç, Emrah
    Sözlü anlatı türlerinden biri olan masalların kendilerine ait tekillikleri ve art anlamsal sahalarıyla birlikte ele alınmaları, esasında oldukça yenidir. Bilindiği üzere 19. asırda pozitivist paradigmalar eşliğinde çalışmalarını yürüten halkbilimciler, masallara yaklaşırken büyük oranda Tarihi-Coğrafi Fin Okulu’nun geliştirdiği kuramsal bakış açısını kullanmıştır. Buna göre masal varyantlarının tespit edilmesi, yayılma sahalarının belirlenmesi ve kayda geçirilen masalların sistematik olarak tasnif edilmesi, bu ilk dönemki masal çalışmalarının başlıca amacı olmuştur.