Türk Halk Bilimi Bölümü Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Sivas’ta yatırlar ve ziyaret yerleri(Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2012) Kaya, Doğan‚Geçmişini bilmeyen milletler geleceğine yön veremezler.‛ ‚Bizi idare edenler, ölülerden ziyade dirilerdir.‛ ‚Oku ileri atmak için yayı geri çekmek lâzımdır.‛ ‚Vatan, toprağında yatan değerleriyle kutsallık kazanır.‛ Bu ve buna benzer sözleri çok duyarız. Hepsinin de ortak yönü ve hedefi, yeni nesillerin geçmişini bilmesi, onlarla özdeşleşip geleceğine yön vermesini telkin etmeleridir. Sağlıklarında ülkesine maddî ve manevî hizmette bulunmuş şahsiyetler halkın gönlünde yer tutar ve yaptıklarıyla öldükten sonra da hizmete devam ederler. Hizmete devam etme hususu eser bırakmış kişilerde yahut ermiş zatlarda daha çok kendisini gösterir. Halkın eren, evliya, mübarek zat, şeyh vs. diye adlandırdığı şahsiyetler vefat ettikten sonra da ilgi gösterilen zatlardır. Hatta bu ilgi asırlar boyu da sürebilmektedir. Türk halkı, asırlardır, ermiş şahıslara hayattayken yahut da vefatından sonra hürmette kusur etmemiştir. Bu zatların gösterdikleri kerametlerin önemi ve çokluğuna göre etkileri farklı tezahür edip haklarında anlatılanlar, dalga dalga toplumun her kesimine yayılmıştır. Böylelikle söz konusu zatın şöhreti ve gücü asırlar ötesine aktarılabilmiştir. Şüphesiz toplumların ecdadına sahip çıkması, onları yüceltip olumlu yönlerinden istifade etmesi arzu edilen bir husustur. Lâkin fertler bununla kalmamış farklı ve olumsuz uygulamalar içine girmiştir. Dini kaidelerin ötesine geçip bidat ve hurafelere yönelerek, mezar toprağı yeme, yanı başında bulunan çeşmenin suyu ile yıkanma, ağaca veya çalıya bez bağlama, mezar veya türbe taşına taş yapıştırma gibi pratiklerle onlardan medet ve icraat bekler duruma gelmiştir. Aynı paralelde, günümüzde Arafat’tan aldıkları toprağı yahut Kâbe’de mermer direklerden kazıdıkları parçaları ülkesine getiren insanlar bulunmaktadır. Bu kitaptaki hedefimiz kişilerin hatalarını ortaya koymak değil sadece tespittir. Coğrafi alan olarak Türkiye’nin ikinci büyük ili olan Sivas’ta, gerek il merkezinde gerekse köylerinde yüzlerce yatır bulunmaktadır. Biz, bunlardan 470’ini tespit edip bu kitapta tanıtmaya çalıştık. Elbetteki tespit edemediğimiz başka yatırlar da vardır. Ancak elinizdeki bu kitabın Sivas coğrafyasında yatırların bir bütün olarak ele alındığı ilk kitap olduğunu belirtelim.Öğe Arnold van GENNEP, Geçiş Ritleri: Tabular, Batıl İnançlar, Büyüler, Ayinler ve Törenler(Milli Folklor, 2022) Çelik, AdilArnold van Gennep’in (1873-1957) ilk baskısı 1909 yılında Fransızca olarak “Les rites de passage” adıyla yayımlanan eseri, kısa sürede bir klasiğe dönüşmüştür. Bu ilginin altında yatan en önemli neden, van Gennep’in, folklorcunun ilgi odağını sözlü anlatılar dan ritüellere çevirmesini sağlaması olarak tanımlanabilir. Folklor araştırmalarının tari hini büyük bir sabır ve titizlikle anlatan Cocchiara; van Gennep sayesinde folklorun tarih avcılığından uzaklaşarak biyolojinin prensiplerine yaklaştığını, van Gennep öncülüğünde folklorcunun yaşayan malzemelere odaklanmaya başladığını vurgulayarak ritüellere ver diği önem üzerinden onu ayrıntılı bir değerlendirmeye tabi tutar (2017: 402-412).Öğe Sivaslı Aşık Furkani yaşamı - sanatı - şiirleri(Cumhuriyet Üniversitesi, 2024) Hallaç, Ahmet Tacetdin; Bezgin, Yusuf KenanTürk kültürünün en köklü ve yaşayan unsurlarından biri olan âşıklık geleneği, Türk tarihinin en eski ve zengin sosyal, dinî ve kültürel olgularından biridir. Bu geleneğin temelleri, Türk toplumunun geçmişinden gelen dinî ve toplumsal uygulamalara dayanır. Özellikle Türk toplumunun sosyal yapısında önemli bir rol üstlenen âşıklar, önceleri dinî vazifeleri yerine getiren kişiler olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemde icra ettikleri ritüellerle toplumsal birliği sağlamışlar ve kamusal alanda uyumu temin etmişlerdir. Ancak zamanla Türk toplumu, değişen koşullar, yeni mekanlar, farklı toplumlar, sosyal olaylar ve teknolojik ilerlemelerle karşılaşmıştır. Bu değişimler, ritüellerin sınırlarını genişleterek estetik ve duygusal yapıların örüldüğü bir sanat pratiği haline gelmiştir. Başlangıçta dinî vazifeleri yerine getiren kişilerin faaliyetleriyle temeli atılan ritüeller zamanla, özellikle destancılık ve ozanlık geleneğiyle ortaya çıkmış ve daha sonra İstanbul kahvehaneleri vasıtasıyla bir sanat icrası halini almış âşıklık, Türk kültüründe önemli bir yer edinmiştir. Âşıklık geleneğinin bu evrimi, önceleri birer ritüel olarak icra edilen organizasyonların sanatsal boyut kazanmasıyla gerçekleşmiştir. Bu süreç içinde âşıklar, toplumun duygusal ve estetik ihtiyaçlarına cevap veren önemli figürler haline gelmişlerdir. Başlangıçta sadece halk arasında tanınan âşıklar, zamanla İstanbul kahvehanelerinde yeni bir biçim kazanarak âşık geleneğini ortaya çıkarmışlardır. Bu süreçte âşıkların rolü, toplumsal, dini ve kültürel yapıya önemli katkılarda bulunmuş ve Türk kültürünün temel taşlarından biri haline gelmiştir.Öğe Arnold van GENNEP, Geçiş Ritleri: Tabular, Batıl İnançlar, Büyüler, Ayinler ve Törenler. Çev. Oylum Bülbül Beşler, İstanbul: Nora Kitap, 2022, ISBN: 978-975-2473-76-8, 230 sayfa.(Geleneksel Yayıncılık, 2022)Arnold van Gennep’in (1873-1957) ilk baskısı 1909 yılında Fransızca olarak “Les rites de passage” adıyla yayımlanan eseri, kısa sürede bir klasiğe dönüşmüştür. Bu ilginin altında yatan en önemli neden, van Gennep’in, folklorcunun ilgi odağını sözlü anlatılardan ritüellere çevirmesini sağlaması olarak tanımlanabilir. Folklor araştırmalarının tarihini büyük bir sabır ve titizlikle anlatan Cocchiara; van Gennep sayesinde folklorun tarih avcılığından uzaklaşarak biyolojinin prensiplerine yaklaştığını, van Gennep öncülüğünde folklorcunun yaşayan malzemelere odaklanmaya başladığını vurgulayarak ritüellere verdiği önem üzerinden onu ayrıntılı bir değerlendirmeye tabi tutar (2017: 402-412).Öğe Mircea Eliade, İnisiyasyon, Âyinler, Gizli Cemiyetler, (Çev.: Ayşe Meral), Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2022. [Isbn: 978-625-8123-04-3/Sertifika No: 48847, 252 Sayfa.](2022) Tunç, Emrah20. asrın dinler tarihi alanındaki en büyük ismi olarak görülen ve sosyal bilimler yazınına “homo religiosus” kavramını kazandıran Mircea Eliade, özellikle Şamanizm ve mitoloji konularında kaleme aldığı birçok eseriyle gerek dünya genelinde ve gerekse Türkiye özelinde sayısız çalışmanın temel referanslarından biri olmuştur.Öğe Adil ÇELİK, Türk Folklorunda Levirat, Çanakkale: Paradigma Akademi Yayınları, 2022, ISBN: 978-625-8069-54-9, XIV+198 sayfa.(2022) Tunç, EmrahBireylerin topluluğa entegre edilme sürecinde, hemen bütün toplumlar için hayati bir “durak” olarak yorumlanan evlilik törenleri gerek biçimsel formları ve gerekse içerdikleri sosyo-kültürel anlamlar nedeniyle sosyal bilimler sahasında önemli bir çalışma alanı olarak belirirler. Bu bakımdan evliliğin ve ona bağlı olarak ortaya çıkan aile kurumunun; insan ve davranışlarıyla ilgilenen hemen her disiplin için başat bir tema hâline geldiği görülür. Dolayısıyla “iktidar”, “toplumsal cinsiyet rejimi”, “ekonomik yapı”, “mülkiyet”, “üretim tipleri”, “duygusal bağımlılık”, “çocuk”, “miras”, “göç”, “ideoloji” veya “söylem” gibi dillere pelesenk olmuş pek çok kavramın, başta sosyoloji ve antropoloji olmak üzere diğer sosyal bilim şubelerinde de çoğunlukla evlilik ve aile kurumuna iliştirilerek çözümlenmeye çalışıldığı anlaşılır.Öğe Sivas'ta Sünnet Merasimleri ve Kirvelik Kurumu(2021) Tunç, EmrahTarihsel süreç boyunca birçok insan topluluğu tarafından uygulanan ve genel mahiyet itibarıyla yetişkinliğe geçişin bir sembolü olarak düşünülen sünnet uygulamaları; yazılı tarihten çok önceki dönemlere tarihlendirilmekle birlikte her daim güncelliğini koruyan ve sürekli olarak tartışmalara yol açan bir ritüel olarak karşımıza çıkar. Yahudilik ve İslamiyet gibi semitik dinlerde âdeta uygulanması zorunlu sayılan sünnet ritüeli, bugün dahi dünyanın birbirleriyle ilgisiz değişik coğrafyalarında farklı inançlara sahip ve kültürel yaşamları bambaşka olan insan toplulukları arasında, uygulama biçimi ve amacı değişmekle birlikte tartışmasız bir şekilde uygulanmaktadır. Müslüman-Türk toplulukları ise söz konusu uygulamaları kültürel yaşamlarının bir parçası hâline getirerek; sünneti erkek çocuklarının yetişkinliğe geçiş yaptığı bir ritüel vasfıyla törenler eşliğinde uygularlar. Değişen dünya şartlarıyla birlikte uygulanma tarzlarında birtakım farklılıklar söz konusu olsa da üstlendikleri fonksiyonlar itibarıyla kendinden hiç ödün vermeden yoluna devam eden sünnet uygulamalarının kültürel gerçekliği nedir? Sosyal hayatın önemli bir parçası olan sünnet ve sünnet münasebetiyle ortaya çıkarak taraflar arasında hatırı sayılır miktarda “sosyal sermaye” oluşturan kirvelik geleneğinin mahiyeti nedir? Bu çerçevede yapılan değişik uygulamalar niçin yapılır ve söz konusu pratikleri uygulayan toplum için, aslî olarak ne ifade ederler? Bunların tarihsel gelişimi, köken ve mahiyetlerine dair ileri sürülen teoriler nelerdir? Çalışmada yukarıda bahsedilen genel sorulara cevap aranmakla birlikte, özel olarak coğrafyası itibarıyla Doğu ile Batı arasında bir köprü vazifesi üstlenen ve her iki kültürel sahaya dair izleri yüzyıllardır kaynaştırarak devam ettiren Sivas şehir merkezindeki durum ele alınmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda araştırmanın ilk bölümünde, yeryüzünde farklı coğrafyalarda bulunan sünnet operasyonlarının tıbbî ve kültürel açıdan gerçeklikleri, söz konusu uygulamaları gerçekleştiren toplumlar için ifade ettikleri anlamlar ve bu işlemlerin farklı dinî sahalar ve toplumlarda uygulanma şekilleri tartışılmıştır. Ayrıca bu bölümde, sünnetin kökeni ve mahiyeti hakkında ileri sürülen teoriler hakkında genel bir değerlendirmede bulunulmuştur. Yine kirvelik kurumunun ülkemiz insanına ifade ettiği anlamlar; bu kurumun işlevleri, yayıldığı coğrafî saha ve geçirdiği dönüşümler de ana hatlarıyla bu bölümde incelenmeye çalışılmıştırÖğe Karşı-Masal Fraksiyonu ve Türkiye'deki Yansımaları(2021) Tunç, EmrahMevcut değer ve ideolojilerin bireylere -özellikle de çocuklara- öğretilmesi ve benimsetilmesinde, masalların önemli bir enstrüman olarak kullanıldıkları görülmektedir. Bu anlamda sözlü gelenek içerisinde toplumsal rol ve beklentileri yetişkin dinleyicilerine “doğal” bağlamında sunan masalların; özellikle İtalya’da Straparola, Fransa’da Perrault yahut Danimarka’da Andersen gibi klasik yazarlarla birlikte; artık pedagojik açıdan yetişkinlerden tamamıyla ayrıştırılmış olan çocuklara yöneldikleri ve doğrudan sosyalizasyon aracı olarak kullanılıp burjuva toplumunun değer ve normlarıyla süslendikleri anlaşılır. Dahası, örneğin Nazi Almanya’sında üretilen masalların, açık bir biçimde faşist propagandaya hizmet edecek şekilde tasarlandıkları ve çocukların toplumsal açıdan “doğru” olarak kabul edilen değerleri öğrenmesinde işlevsel bir araç olarak kullanıldıkları görülmektedir. Hâl böyleyken gerek sözlü gelenek ve gerekse yazılı edebiyat içerisindeki masalların, çocuklara ilettikleri mesajlar ve benimsetmeye çalıştıkları ideolojiler açısından çeşitli zamanlarda pek çok ya-zar/araştırmacı tarafından sorgulandığı ve mercek altına alındığı anlaşılır. Böylelikle, örneğin toplumsal cinsiyet rolleri açısından eşitsiz bir dünyayı tasvir eden ve kadını pasif kılarak erkeği birincil bir konuma taşıyan masalların doğru ve eşitlikçi bir dünyayı tasvir etmediklerini düşünen bazı yazarlar; masal metinlerini içerdikleri mesajlar açısından ters yüz etmeye başlar. Georg MacDonald, Oscar Wilde veya L. Frank Baum gibi isimlerle giderek görünür olmaya başlayan bu ters yüz işleminin, özellikle 20. asrın ortalarından sonra postmodernizmle birlikte, gerek feminist oluşumlar ve gerekse “öteki” olarak kodlanan diğer hareketlerin öncülüğünde (örneğin vejetaryenler, anti-kapitalistler vs.) hemen her ülkede görülmeye başlandığı anlaşılmaktadır. Bu kapsamda bu çalışmada, “karşı-masal” olarak adlandırılan ve “standart” masalları ters yüz eden bu fraksiyonun Türkiye’deki izleri aranmış ve çoğunlukla çeviriler aracılığıyla ülkemize giren bu yeni oluşum; ayırt edici özellikleriyle birlikte ele alınmaya çalışılmıştır.Öğe Manilerde Yiyecek Simgeciliği(2022) Tunç, EmrahSözlü edebiyat verimlerinden olan ve farklı Türk toplulukları arasında başka başka isimlerle anılan maniler; sahip oldukları kimi özellikleri nedeniyle anonim halk şiirinin en temel formu olarak kabul edilirler. İstisnaî durumlar olmakla birlikte genellikle yedi/sekiz heceli dört dizeden meydana gelen ve yaygınlık açısından diğer nazım türlerinden farklı bir yere konumlanan maniler, hayata dair her türden duygunun ustalıkla ifade edildiği bütünlüklü şiir parçalarıdır. Bu bakımdan birçok farklı meseleyi “konsantre” bir biçimde alımlayıcılara sunan manilerin, küçük hacimlerine rağmen uzmanlık gerektiren bu işlemi esasında dili sanatsal bir şekilde kullanmalarına; yani simgeleştirme kabiliyetlerine borçlu oldukları anlaşılır. En genel anlamıyla simgeleştirme; bir im veya işaretin kendisi dışındaki şeyleri, değerleri veya önermeleri temsil edecek şekilde kullanımı olarak tanımlanabilir. Bu itibarla manilerin, sınırlı bir hacme sahip olmalarından dolayı her şeyi uzun uzadıya anlatmak yerine dili oldukça tutumlu bir şekilde kullanarak simgelere başvurdukları ve bunu yaparken ise çoğunlukla yiyeceklere yöneldikleri görülür. Dolayısıyla gastronomi kültürü açısından belirli değerlere sahip olan yiyeceklerin, mani evreninde basit analojilerin ötesine geçen simgelere evrildikleri ve bu hâlleriyle kültürel yapıyı anlamak için adeta birer anahtar işlevi gördükleri anlaşılmaktadır. Bu açıdan bu çalışma, 16 araştırmacı tarafından muhtelif zamanlarda ülkemizin farklı bölgelerinden derlenen yaklaşık 3000 maniyi tarayarak maniler içerisinde yer alan başlıca yiyeceklerin (tahılların, meyve ve sebzelerin) simgesel anlamlarını, Seyfi Karabaş’ın önerdiği “bütüncül yöntem”i kullanarak çözümlemeyi denemiş ve bu yiyeceklerin simgesel bir envanterini –bir makalenin imkân verdiği ölçüde- çıkartmaya çalışmıştır.Öğe Klasik Halk Hikâyelerinden Realist İstanbul Hikâyelerine Hegemonik Erkeklik İmajındaki Değişim ve Dönüşümler Üzerine(2021) Tunç, EmrahGeleneksel Türk toplumu içerisinde erkekliğe ait olarak tanımlanmış sosyo-kültürel anlamları, Anadolu sahası halk hikâyeleri üzerinden analiz etmeyi hedefleyen bu makalede; toplumsal cinsiyet kategorilerinden biri olan ve biyolojiden ziyade kültürel bir kurguya dayanan erkeklik olgusu; feminist teori ve eleştirel erkeklik araştırmalarının kuramsal birikimleri ışığında ele alınmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda, geçmişe yönelik birtakım çıkarımlar yapmanın yanı sıra bugün yaşanılan hayata da yön veren “zihinsel şemaları” ayrıntılı biçimde irdelemeyi amaçlayan bu makale; Connell’in ortaya attığı ve eleştirel erkeklik çalışmaları açısından büyük bir öneme sahip olan “hegemonik erkeklik” terimine odaklanarak; Anadolu sahasında anlatılagelen farklı dönemlere ait hikâye örneklerine yoğunlaşmış ve bu suretle anlatıların merkezine yerleştirilen hegemonik erkeklik imajlarının geçirdikleri değişim ve dönüşümleri mercek altına almıştır. Bu doğrultuda, özellikle destan döneminin kronik bir uzantısı olarak düşünülebilecek olan kahramanlık temalı halk hikâyelerinde, hegemonik erkeklik değerlerinin büyük oranda abartılmış bir fiziksel güç üzerine kurgulandığı ve “hipermaskülen” erkek imajlarının öne çıkarıldığı; sonraki dönemlerde ise, toplumsal ihtiyaçların güncellenmesi ve cemaat kültürünün çözülmesiyle birlikte bu erkeklerin yerlerini ahlaki açıdan ideal kılınmış diğer erkeklere bıraktıkları sonucuna ulaşılmıştır. En nihayetinde ise, yazılı kültürün yerleşmesiyle birlikte artık Tanzimat romanlarıyla benzer bir epistemolojiye sahip olan realist hikâyelerin, hegemonik erkeklik değerlerini toplumsal ideallerin sınırlarından tamamıyla çıkartarak, yüzlerini yaşanılan dünyanın çirkinliklerine ve eksikliklerine döndükleri ve bu itibarla merkezlerine yerleştirdikleri erkek kahramanları, böylesi bir bakış açısıyla kurgulamaya başladıkları anlaşılmaktadırÖğe Bir Performans Olarak 'Cik Ciki Yağlıklı Kız Masalı' (Nazmiye Aygün Anlatması)(2022) Tunç, EmrahSözlü anlatı türlerinden biri olan masalların kendilerine ait tekillikleri ve art anlamsal sahalarıyla birlikte ele alınmaları, esasında oldukça yenidir. Bilindiği üzere 19. asırda pozitivist paradigmalar eşliğinde çalışmalarını yürüten halkbilimciler, masallara yaklaşırken büyük oranda Tarihi-Coğrafi Fin Okulu’nun geliştirdiği kuramsal bakış açısını kullanmıştır. Buna göre masal varyantlarının tespit edilmesi, yayılma sahalarının belirlenmesi ve kayda geçirilen masalların sistematik olarak tasnif edilmesi, bu ilk dönemki masal çalışmalarının başlıca amacı olmuştur.Öğe Halk Hikâyelerinde Ataerkil Bir İdeoloji Olarak “Namus” ve Erkek Kimliğinin Kurgulanmasında Namus Düşüncesinin Üstlendiği İşlevler Üzerine(2021) Tunç, EmrahSosyal bilimler literatüründe genel olarak kitlelerin şekilsiz inançlarına gönderme yapacak şekilde kullanılan “ideoloji” teriminin; en temel düzeyde belirli hedeflere yönlendirilmiş olan “kültürel amaçları” ifade ettiği ve toplumsal cinsiyet sahasına gelindiğinde ise cinsiyet rejiminin inşa edilmesi/devam ettirilmesinde önemli rollere sahip olan “bilişsel sistemler”e referans verecek şekilde kullanıldığı görülür. Bu bakımdan özellikle Akdeniz toplumlarında görülen ve cinsiyetler arasındaki ilişkileri düzenlemekle kalmayıp; aynı zamanda bireylerin toplumdaki yerlerini ve davranışlarını işaretleyerek arzularını kontrol altına alan “namus düşüncesi”nin; esasında erkek ve kadın kimlikleri arasında eşitsizlikler yaratan ve kadın cinselliğinin denetimini sağlayan “ataerkil bir ideoloji” olarak belirdiği anlaşılır. Bununla birlikte, günümüzde büyük oranda kitle iletişim araçlarıyla dolaşıma sokulan ve toplumsal cinsiyete yönelik performansların karakterlerine etki eden namus düşüncesinin; kitle iletişim araçlarının olmadığı tarihsel dönemlerde (yani yüz yüze iletişimin hâkim olduğu birincil sözlü kültür ortamında) halk anlatıları aracılığıyla dolaşıma sokulduğu ve böylelikle halk hikâyelerinin, söz konusu ideolojik düşüncenin yaygınlaştırılması ve dinleyici kitlelerine benimsetilmesi açısından etkili bir enstrüman olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu nedenle bu makalede, Türk kültürel belleğinin bir yansıması olarak değerlendirilebilecek olan Anadolu sahasına ait bazı halk hikâyesi örneklerine odaklanılmış ve ataerkil bir ideoloji olarak erkek kimliğine iliştirilmiş olan “namus düşüncesi”; kadın cinselliğinin denetimi ve patriarkal statükonun devamlılığı açısından üstlendiği işlevlerle birlikte, söz konusu örnekler üzerinden değerlendirilmeye çalışılmıştır.Öğe Sosyal Sermaye Teorisi ve Sanal Akrabalık Bağları Kapsamında Sivas’ta Kirvelik Kurumu(2021) Tunç, EmrahSosyal bilimler literatüründe genel olarak insan ilişkilerine gömülü olan kaynak ve potansiyellere gönderme yapacak şekilde kullanılan ve zamanla sosyal teori içerisinde kendisine ait müstakil bir fraksiyon oluşturan “sosyal sermaye” kavramının; normatif bir karaktere sahip olan Marksist toplumsal teorinin yapısal boşluklarını doldurmaya ve insanî ilişkileri merkeze alarak toplumsal pratiğin mahiyetini “sosyal ağlar” üzerinden açıklamaya çalıştığı görülür. Bu açıdan “akrabalığın sembolik rolleri üzerine kurulan” ve bireyler arasında dostluk ilişkilerini kurumsal bir örüntüye çeviren “kan kardeşliği” yahut “kirvelik” gibi sanal akrabalık bağlarının, doğrudan sosyal sermaye teorisiyle ilişkilendiği ve içerdikleri kaynaklar yahut diğer sermayelere dönüşüm potansiyelleriyle, teori açısından oldukça önemli bir çalışma alanı olarak belirdikleri anlaşılır. Bu nedenle bu makalede, Türkiye’nin doğu ve güneydoğu illerinde görülen ve dostluk ilişkilerini kurumsal bir zemine çekerek insanları sıkı sıkıya birbirlerine bağlayan kirvelik kurumunun Sivas kent merkezindeki durumu; sosyal sermaye teorisi üzerinden ele alınmış ve 2012 yılında yapılan saha araştırmasından hareketle söz konusu geleneğin yöre insanı açısından üstlendiği işlevler detaylı bir biçimde tahlil edilmeye çalışılmıştır.Öğe Halk Biliminin Epistemolojik Tarihi ve Yakın Dönem Türk Halk Bilimi Çalışmaları Üzerine(2022 Bahar) Tunç, Emrah19. asırda, Avrupa merkezli toplumsal dönüşümün yol açtığı çeşitli problemlere çözüm bulma gayesiyle ortaya çıkan ve büyük oranda doğa bilimlerinin kavramsal çerçevesi içerisinde şekillenen sosyal bilimlerin; henüz emekleme aşamasında olduğu bu erken dönemde dahi bilginin doğası ve ontolojik imkânlarıyla ilgilenen felsefe çevrelerini çokça düşündüren bir mesele hâline geldiği görülür. Bu anlamda Auguste Comte’un Newtoncu fizikten esinlenerek sosyal bilimler sahasına taşıdığı olgucu (pozitivist) epistemolojinin; neredeyse kendisine eş zamanlı bir şekilde çok yönlü bir eleştiri furyasının oluşmasına ve böylelikle Alman Tarih Okulu’na mensup bazı kesimlerin, Wilhelm Dilthey’in tarihselcilik (historizm) adını verdiği epistemolojik görüş etrafında toplanmalarına yol açtığı anlaşılır. Ardından ise Almanya ve kıta Avrupası’nın sınırlarını yavaş yavaş aşmaya başlayan bu epistemolojinin; özellikle 20. yüzyılın ortalarında Anglo-Amerikan dünyada yaşanan postmodern devrimin ardından, Batı dünyasının geneline yayıldığı ve sosyal bilimler sahasında topyekûn bir dönüşüm yaşanmasına neden olduğu görülmektedir. Bu açıdan, araştırmaların temel varsayımlarını ve ne şekilde yürütüleceğini tepeden tırnağa değiştiren böylesi bir epistemolojik kırılmanın; diğer sosyal bilim şubelerinde olduğu gibi halk biliminde de birtakım köklü dönüşümlere yol açtığı ve disiplin içerisinde en temel tanımlardan başlamak üzere, ele alınan konular ve kullanılan metotların büyük oranda değişmesini sağladığı görülür. Ancak “bağımsız olma” iddiasının vermiş olduğu “eğreti” duruşun etkisiyle; disiplinin eklektik bir yapıya sahip olan kuramsal tarihini sadece birtakım tarihsel hikâyeler ve kişiler üzerinden kavrayan halk bilimi tarihçelerinin; “metin merkezli kuramlar”dan “bağlam merkezli kuramlar”a geçiş olarak yorumladıkları bu dönüşümü; çoğunlukla bilgi felsefesi alanındaki tartışmalardan habersiz şekilde sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle bu makalede söz konusu eksikliği telafi etmek amacıyla, epistemoloji alanında “olguculuk”, “tarihselcilik”, “nomotetik” yahut “idiografik” gibi terimler etrafında uzun süreden beri yürütülen söz konusu tartışmalar, öncelikli olarak halk biliminin kuramsal tarihine yerleştirilmeye çalışılmış ve bu itibarla metin merkezli yaklaşımlardan bağlam merkezli yaklaşımlara geçiş süreci, sözü edilen epistemolojik dönüşüm parantezinde okunmaya çalışılmıştır. Makalenin ilerleyen kısımlarında ise diğer sosyal bilim şubeleriyle birlikte halk biliminin genelinde yaşanan söz konusu epistemoloji değişikliğinin yakın dönem Türk halk bilimi çalışmalarındaki yansımaları aranmış ve bu suretle 1989 yılından beri yayın hayatına aralıksız bir biçimde devam eden Millî Folklor Dergisi’nin 128 sayılık yayın arşivinde yer alan 2567 yazı; konuları, türleri ve kullandıkları kuramsal çerçeveler açısından kümelere ayrılarak, kökenlerinde barındırdıkları epistemolojik “sayıltılar” doğrultusunda tasnif edilmiştir. Bu kapsamda 10’ar yıllık dönemler hâlinde ele alınan dergide, derleme ve araştırma makalelerinin %87,31 oranında olgucu tutumla kaleme alındığı; buna karşın çalışmaların ancak %12,69 oranında tarihselci epistemolojiyi kullandığı tespit edilmiştir. Bütün bunlara ilave olarak, olgucu tutumun dergi içerisinde hâlâ büyük bir yer kaplamasına rağmen özellikle son yıllarda tarihselci epistemolojiyle kaleme alınan yazıların sayısında görülen hızlı artışın; önümüzdeki dönemde Türkiye bağlamındaki epistemolojik dönüşümün hızlanacağına ve çalışmaların çehresinin günümüze kıyasla bir hayli farklılaşacağına işaret ettiği sonucuna ulaşılmıştır.Öğe Hac Anlatılarında Yabancı İmajı(Geleneksel Yayıncılık, 2021) Çelik, AdilTürk folklorunda geçiş dönemi uygulamalarından biri olarak da kabul edilebilecek olan hac ritüeli, yal nızca orada bulunan bireylerin benzer hareketleri eşzamanlı biçimde icra etmeleri ile değil aynı zamanda çoku luslu bir ritüel olması açısından da ayrıca bir anlam taşımaktadır. Ritüelin bu uluslararası niteliği sayesinde köyünden çıkma olanağını daha önce yakalayamamış olan bireyler, köyün çok daha ötesinde bir topluluk olan ulusun dışına çıkarak kendisi gibi olmayan insanlarla karşılaşır. Bu karşılaşma esnasında yürüttüğü gözlemlerle topladığı malumatı zihninde işleyerek kendini keşfeder. İşleme süreci, hac ritüeli tamamlandıktan sonraki toplumsallaşma süreçlerinde biçimi belirsiz olan anlatılar üzerinden gerçekleşmektedir. Sözü edilen biçimsizliğin bir sonucu olarak bu ürünleri “söylem” olarak değerlendirmek mümkündür. Bu çalışmada Türklerin yabancılar hakkında ürettiği söylemin temel içeriğine ulaşabilmek maksadıyla kaynak kişilerle görüşmeler yapılmış ve hac anıları derlenerek bu anılardaki yabancılığa dair imajları biçimlendiren nitelikler, söylem analizi olarak adlan dırılan yöntemle çözümlenmiştir. Araştırma kapsamında verilerin toplandığı kaynak kişilerin sayısı sekizdir ve tamamı Sivas’tan seçilmiştir. Belirlenen kişilerle yürütülen derinlemesine mülakatlar sonucunda hac anıları elde edilip, bu anılardaki yabancılarla ilgili yargıları belirten bölümler değerlendirilmek üzere ayrılmıştır. Üretilen söylemin analizinin sonucunda Türk hacıların yabancılara dair imgeleri üretirken namaz kılma ve Kuran okuma gibi dinsel ritüellerin icra edilme biçimleri, gelenek içerisinde sünnet olarak adlandırılan Peygamber’in davranışlarına sadakat, beslenme pratikleri, mahremiyet eşikleri gibi hususların belirleyici olduğu saptanmıştır. Bu saptamalarda genel olarak yabancıların ideal olmayan niteliklerinin ön plana çıkartılarak betimlendiği tespit edilmiştir. Yabancının olumsuz olarak değerlendirilebilecek konumunun anlatıyı üreten bireyin mensubu olduğu toplumu dolaylı bir yüceltme şekli olduğuna kanaat getirilmiştir. Bunlara ek olarak kaynak kişiler, yaban cıları homojen bir kitle olarak düşünmemektedir. Karşılaştığı yabancı toplulukları kendi içinde basit sınıflan dırmalara tabi tutan kaynak kişilerin başta Endonezyalılar olmak üzere Uzak Doğulu Müslümanlara özel bir sempati besledikleri saptanmıştır. Bazı gruplar hakkında ise daha olumsuz fikirlerin kalıplaşarak folklorda var lığını sürdürdüğü görülmüştür. Olumlu niteliklerle belirginleşen yabancılar ile olumsuz niteliklerle anılan ya bancılar, söylemi üreten kitlenin kimlik bilinci söz konusu olduğunda aynı amaca hizmet etmektedir. Her iki grup da nihayetinde söylemi üreten topluluğun değerlerinin farkına varmasına ve kendini tanımasına olanak sağlar. Üretilen söylemin bazı açılardan toplumun kendine dönük öz eleştirel fikirlerin filizlenmesine de olanak sağdığını söylemek mümkün görünmektedir. Nihayetinde dinsel bir gereklilik olarak icra edilen ve Türk folklorunda önemli bir geçiş dönemi ritüeli olan haccın, Türk toplumunda ümmet bilincinin gelişmesine olanak sağlamaktan daha çok ulusal bilincin keşfedilmesine katkı sağladığı söylenebilir. Keşfedilen ulusal kimliğe dair bilinç, hac ritüeli esnasında gözlemlenen yabancılara dair fikirlerle canlı tutulmaktadır. Yabancılara dair imajların söylemsel boyutta yeniden üretilmesi yoluyla ulusal kimliğe dair fikirlerin sürekliliğine katkı sağlanmaktadır.