Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi

DSpace@Cumhuriyet, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.




 

Güncel Gönderiler

Öğe
Bütün Yönleriyle Zemahşerî Cilt 3
(Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2023) Aslan, Ömer; Pakoğlu, Abdullah
Özünü Kur'ân'ın, “Rabbinin adıyla oku!” emrinden alan İslam düşünce medeniyeti, Hz. Peygamber'in tebliğ ve tebyiniyle beşerle buluşarak hayatın her alanına yansıyan ve birbirinden farklı ilmî disiplinlerle zenginleşen çok muhteşem bir yapıdır. Bu yapıya dil bilimleri, tarih, tefsîr, hadîs, fıkıh, kelâm ve felsefe gibi birçok disiplin katkı sunmuştur. Farklı usul ve yöntemlerle hareket etseler de bu ilimler, İslam düşünce geleneği içerisinde hakikati ve hakikatin en ideal formda ifadesi olan Kuran-ı Kerim'i daha iyi kavrama amacı taşımaktadır. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi olarak bu amaca hizmet eden ve tefsir geleneğinin kudretli âlimlerinden biri olarak görülen Zemahşerî üzerine bir çalışmanın önemli olduğunu düşündük. Bir ilim yolcusu olarak İslam coğrafyasının önemli bilim ve kültür merkezlerini ziyaret eden; hatta Mekke'de Kâbe'ye komşu olmasından dolayı 'Cârullah' lakabıyla anılan, döneminin büyük âlimlerinden dersler alan Zemahşerî çok boyutlu bir âlim olmasına rağmen İslam dünyasında hak ettiği takdiri yeteri kadar görememiştir. Biz yapmak istediğimiz bu çalışmada Zemahşerî'nin kıraât, tefsîr, kelâm, fıkıh ve felsefe gibi alanları da kapsayacak şekilde elden geldiğince bütün yönleriyle ele alınması ve incelenerek akademiye kazandırılmasını planladık. Harizm'de dünyaya gelen Zemahşerî, Ebûkubeys dağına çıkıp Araplar'a, “atalarınızın dilini gelin benden öğrenin” diyecek kadar Arap dili ve belağatine sahip yetkin bir âlimdir. Bu sebeple de 'Şeyhu'l- Arabiyye' olarak isimlendirilmiştir. Dil ve dil etrafındaki tartışmalara bu kadar hâkim bir kişi olmasına rağmen modern dönemde yapılan dil, gramer ve dil felsefesi ekseninde yapılan tartışmalara neredeyse hiç konu edinilmediğini söylemek mümkündür. Tefsir, kıraât, hadîs, fıkıh ve kelâm gibi ilimlere dair geniş bir müktesebata sahip olan ve felsefi tartışmalara giren Zemahşerî'nin, kendisinden sonra yazılan tefsirlerin pek çoğunda referans olarak gösterildiği müşahede edilmektedir. Bu da şüphesiz onun tefsîr ilmindeki otoritesini ve özgünlüğünü göstermektedir. Zemhaşerî aynı zamanda İslam kelâmının ilk rasyonalistleri kabul edilen Mu'tezile mezhebine mensup olup bu yönüyle 'Hâtemü'l Mu'tezile' olarak da anılmıştır. Nitekim o, kelâma dair eserler de kaleme almıştır. Gerek tefsîrinde gerekse kelâm ilmine dair yazdığı eserlerde felsefî tartışmalara da yer vermiştir. Zemahşerî, Mutezilî bir düşünür olmasına rağmen Sünnî ve Şiî alimler de onu yakından takip etmişlerdir. Tefsirindeki iddiaları ve kelâmî yaklaşımlarının bazıları beğenilmiş ve benimsenmiş olmasına rağmen bir kısmı da sert eleştirilere tabi tutulmuştur. Bu takdir ve eleştirilerin değeri ve anlamı nedir?.. Böylesine çok yönlü ve ilmi yetkinliğe sahip olan Zemahşerî'nin yapmış olduğu dirayet tefsîrinin, dil ve belağat yaklaşımlarının, kelâmî ve felsefî tartışmaların bugünki anlamı nedir? Aklın egemen olduğu günümüz dünyasında Zemahşerî'yi nasıl anlamak ve yorumlamak gerekir?.. İşte zihin dünyamıza takılan tüm bu soru ve tartışmalar bağlamında İslam düşüncesinin yetiştirdiği bu âlimi hem bütün yönleriyle anlayıp gün yüzüne çıkarmak, hem de bahsi geçen konular etrafında günümüz araştırmacılarının gündemine almak suretiyle onu anlamaya çalıştık. Bu vesile ile gerek yurtiçi ve gerekse yurtdışından birbirinden farklı alanlarda çok sayıdaki akademisyenlerimizin kaleminden “Bütün Yönleriyle Zemahşerî” adlı çalışmamızı tamamlayıp ilim dünyasına sunabilmenin mutluluğunu yaşadığımızı ifade etmek isteriz. Faydalı olması dileğiyle…
Öğe
KUR’ÂN-I KERİM –III
(Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2023) Aslan, Ömer; Şaraldı, Mustafa Yücel; Arslan, Durmuş
Kur’ân’ın metni (Mushaf) sıradan bir Arapça metin olmayıp onun Allah kelamı olması, öteden beri İslam bilginlerini özellikle de Kur’ân tilavetiyle meşgul olan kıraat âlimlerini, Kur’ân’ın belli kurallara göre okunması gerektiği fikrine sevk etmiştir. Kur’ân’ın belli kurallara göre okunmasını gerekli kılan unsur, onun sadece Allah kelamı olması değildir. Kur’ân’ın lafız ve nazmı ile birlikte mütalaa edilmiş olması da bunda etkili olmuştur. Bunların yanında galat, yani kural dışı okuyuşların manayı olumsuz yönde etkileyeceği yolundaki endişeler de Kur’ân tilavetinde birtakım kuralların olmasının zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. Kur’ân, kendinden bahsederken bir taraftan dilinin Arapça olduğunu (Şuarâ, 26:195), diğer yandan da tertîl ile okunması gerektiğini ifade etmektedir (Müzzemmil, 73:4). Bu durum da onun, belli başlı kaideler çerçevesinde okunmasının lüzumlu olduğunu göstermektedir. Ayrıca sıradan bir metin olmaktan öte, onun ilahî bir kelam olması da belli kriterlere göre okunmasının dînî gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Herhangi bir metnin bile belli kurallar çerçevesinde okunması gerektiği bilinmektedir. Çünkü anlatılmak istenen şeyin, daha düzgün bir şekilde anlaşılabilmesi için bazı kurallara riayet etme zorunluluğu vardır. Nasıl ki güzel bir yazı/metin için birtakım gramer kuralları gerekli ise, güzel bir okuyuş için de uyulması gereken bazı kurallar olmalıdır. Kur’ân tilavetinde tecvîd’in gerekli olup olmadığı hususu, zaman zaman zihinleri meşgul edebilmektedir. Hz. Peygamber döneminde tecvîd ilminin henüz tedvîn edilmemiş olması, benzer görüşlerin ortaya çıkmasında en büyük neden olarak kabul edilebilir. Bugün İslam dünyasında mevcût olan diğer ilimlerin Peygamber döneminde tedvîn edilmemiş olması, bunların o gün için hiç olmadıkları anlamına gelmeyeceği gibi, tecvîd ilminin tedvîn edilmemiş olması da o devirde onun pratikte uygulanmadığı anlamına gelmemelidir. Tam aksine önceden pratik olarak uygulamada olan bir şeyin, daha sonra kapsamlı bir isim altında tedvîninin ortaya çıkmış olduğunu söylemek daha tutarlı olacaktır. Bu nedenle Hz. Peygamber döneminde tecvîd’in bir ilim olarak mevcut olmaması, onun pratik olarak da olmadığını göstermez. Her ne kadar o dönemde bugünkü anlamda sistematik bir tecvîd söz konusu olmasa da şu an icra edilen tecvîd kurallarının o günde mevcut olduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber döneminde olmayan şey, Kur’ân tilavetinde tecvîdin uygulanması değil, Tecvîd kurallarının teorik olarak bir araya getirilip tedvîn edilmemesidir. Kur’ân tilavetinde tecvîd kurallarına uymanın bir dînî gerekliliği varrdır. Zira tecvîd kurallarına uymak, Kur’ân lafızlarının özüne sadık kalmanın bir göstergesidir. Tecvîd kurallarına uyulduğu ölçüde kelamın özü muhafaza edilirken, bu kurallara uymamak da Kur’ân tilavetinde lahne (hatalı okuyuşa) sebebiyet verecektir. Bu durumda hatalı okuyuş lafzı bozacak, bozuk lafız da kelime ya da cümlede kast edilen mananın ya anlaşılmamasına ya da yanlış anlaşılmasına sebebiyet verecektir. Zamanla kıraat ilmiyle uğraşan İslam bilginleri, Kur’ân’ın okunduğu kurallara “tecvîd” adını vererek bu ilmi Kur’ân ve Hadis’le delillendirme yoluna gitmişlerdir. Bu çerçevede kıraatle ilgili kaynaklara baktığımızda, Kur’ân’ın tecvîd kurallarına göre okunmasının zorunlu olduğunun Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabit olduğunu müşahede etmekteyiz. Hal böyle olunca ilgili kural ve kaidelerin mahiyet ve tatbiki önem arz etmektedir.
Öğe
KUR’ÂN-I KERİM –I
(Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2024) Arslan, Durmuş; Aslan, Ömer; Arslan, Abdüssamet
Kur’ân’ın metni (Mushaf) sıradan bir Arapça metin olmayıp onun Allah kelamı olması, öteden beri İslam bilginlerini özellikle de Kur’ân tilavetiyle meşgul olan kıraat âlimlerini, Kur’ân’ın belli kurallara göre okunması gerektiği fikrine sevk etmiştir. Kur’ân’ın belli kurallara göre okunmasını gerekli kılan unsur, onun sadece Allah kelamı olması değildir. Kur’ân’ın lafız ve nazmı ile birlikte mütalaa edilmiş olması da bunda etkili olmuştur. Bunların yanında galat, yani kural dışı okuyuşların manayı olumsuz yönde etkileyeceği yolundaki endişeler de Kur’ân tilavetinde birtakım kuralların olmasının zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. Kur’ân, kendinden bahsederken bir taraftan dilinin Arapça olduğunu (Şuarâ, 26:195), diğer yandan da tertîl ile okunması gerektiğini ifade etmektedir (Müzzemmil, 73:4). Bu durum da onun, belli başlı kaideler çerçevesinde okunmasının lüzumlu olduğunu göstermektedir. Ayrıca sıradan bir metin olmaktan öte, onun ilahî bir kelam olması da belli kriterlere göre okunmasının dînî gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Herhangi bir metnin bile belli kurallar çerçevesinde okunması gerektiği bilinmektedir. Çünkü anlatılmak istenen şeyin, daha düzgün bir şekilde anlaşılabilmesi için bazı kurallara riayet etme zorunluluğu vardır. Nasıl ki güzel bir yazı/metin için birtakım gramer kuralları gerekli ise, güzel bir okuyuş için de uyulması gereken bazı kurallar olmalıdır. Kur’ân tilavetinde tecvîd’in gerekli olup olmadığı hususu, zaman zaman zihinleri meşgul edebilmektedir. Hz. Peygamber döneminde tecvîd ilminin henüz tedvîn edilmemiş olması, benzer görüşlerin ortaya çıkmasında en büyük neden olarak kabul edilebilir. Bugün İslam dünyasında mevcût olan diğer ilimlerin Peygamber döneminde tedvîn edilmemiş olması, bunların o gün için hiç olmadıkları anlamına gelmeyeceği gibi, tecvîd ilminin tedvîn edilmemiş olması da o devirde onun pratikte uygulanmadığı anlamına gelmemelidir. Tam aksine önceden pratik olarak uygulamada olan bir şeyin, daha sonra kapsamlı bir isim altında tedvîninin ortaya çıkmış olduğunu söylemek daha tutarlı olacaktır. Bu nedenle Hz. Peygamber döneminde tecvîd’in bir ilim olarak mevcut olmaması, onun pratik olarak da olmadığını göstermez. Her ne kadar o dönemde bugünkü anlamda sistematik bir tecvîd söz konusu olmasa da şu an icra edilen tecvîd kurallarının o günde mevcut olduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber döneminde olmayan şey, Kur’ân tilavetinde tecvîdin uygulanması değil, Tecvîd kurallarının teorik olarak bir araya getirilip tedvîn edilmemesidir. Kur’ân tilavetinde tecvîd kurallarına uymanın bir dînî gerekliliği varrdır. Zira tecvîd kurallarına uymak, Kur’ân lafızlarının özüne sadık kalmanın bir göstergesidir. Tecvîd kurallarına uyulduğu ölçüde kelamın özü muhafaza edilirken, bu kurallara uymamak da Kur’ân tilavetinde lahne (hatalı okuyuşa) sebebiyet verecektir. Bu durumda hatalı okuyuş lafzı bozacak, bozuk lafız da kelime ya da cümlede kast edilen mananın ya anlaşılmamasına ya da yanlış anlaşılmasına sebebiyet verecektir. Zamanla kıraat ilmiyle uğraşan İslam bilginleri, Kur’ân’ın okunduğu kurallara “tecvîd” adını vererek bu ilmi Kur’ân ve Hadis’le delillendirme yoluna gitmişlerdir. Bu çerçevede kıraatle ilgili kaynaklara baktığımızda, Kur’ân’ın tecvîd kurallarına göre okunmasının zorunlu olduğunun Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabit olduğunu müşahede etmekteyiz. Hal böyle olunca ilgili kural ve kaidelerin mahiyet ve tatbiki önem arz etmektedir.
Öğe
KUR’ÂN-I KERİM –IV
(Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2024) Arslan, Durmuş; Aslan, Ömer; Arslan, Abdüssamet
Kur’ân’ın metni (Mushaf) sıradan bir Arapça metin olmayıp onun Allah kelamı olması, öteden beri İslam bilginlerini özellikle de Kur’ân tilavetiyle meşgul olan kıraat âlimlerini, Kur’ân’ın belli kurallara göre okunması gerektiği fikrine sevk etmiştir. Kur’ân’ın belli kurallara göre okunmasını gerekli kılan unsur, onun sadece Allah kelamı olması değildir. Kur’ân’ın lafız ve nazmı ile birlikte mütalaa edilmiş olması da bunda etkili olmuştur. Bunların yanında galat, yani kural dışı okuyuşların manayı olumsuz yönde etkileyeceği yolundaki endişeler de Kur’ân tilavetinde birtakım kuralların olmasının zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. Kur’ân, kendinden bahsederken bir taraftan dilinin Arapça olduğunu (Şuarâ, 26:195), diğer yandan da tertîl ile okunması gerektiğini ifade etmektedir (Müzzemmil, 73:4). Bu durum da onun, belli başlı kaideler çerçevesinde okunmasının lüzumlu olduğunu göstermektedir. Ayrıca sıradan bir metin olmaktan öte, onun ilahî bir kelam olması da belli kriterlere göre okunmasının dînî gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Herhangi bir metnin bile belli kurallar çerçevesinde okunması gerektiği bilinmektedir. Çünkü anlatılmak istenen şeyin, daha düzgün bir şekilde anlaşılabilmesi için bazı kurallara riayet etme zorunluluğu vardır. Nasıl ki güzel bir yazı/metin için birtakım gramer kuralları gerekli ise, güzel bir okuyuş için de uyulması gereken bazı kurallar olmalıdır. Kur’ân tilavetinde tecvîd’in gerekli olup olmadığı hususu, zaman zaman zihinleri meşgul edebilmektedir. Hz. Peygamber döneminde tecvîd ilminin henüz tedvîn edilmemiş olması, benzer görüşlerin ortaya çıkmasında en büyük neden olarak kabul edilebilir. Bugün İslam dünyasında mevcût olan diğer ilimlerin Peygamber döneminde tedvîn edilmemiş olması, bunların o gün için hiç olmadıkları anlamına gelmeyeceği gibi, tecvîd ilminin tedvîn edilmemiş olması da o devirde onun pratikte uygulanmadığı anlamına gelmemelidir. Tam aksine önceden pratik olarak uygulamada olan bir şeyin, daha sonra kapsamlı bir isim altında tedvîninin ortaya çıkmış olduğunu söylemek daha tutarlı olacaktır. Bu nedenle Hz. Peygamber döneminde tecvîd’in bir ilim olarak mevcut olmaması, onun pratik olarak da olmadığını göstermez. Her ne kadar o dönemde bugünkü anlamda sistematik bir tecvîd söz konusu olmasa da şu an icra edilen tecvîd kurallarının o günde mevcut olduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber döneminde olmayan şey, Kur’ân tilavetinde tecvîdin uygulanması değil, Tecvîd kurallarının teorik olarak bir araya getirilip tedvîn edilmemesidir. Kur’ân tilavetinde tecvîd kurallarına uymanın bir dînî gerekliliği varrdır. Zira tecvîd kurallarına uymak, Kur’ân lafızlarının özüne sadık kalmanın bir göstergesidir. Tecvîd kurallarına uyulduğu ölçüde kelamın özü muhafaza edilirken, bu kurallara uymamak da Kur’ân tilavetinde lahne (hatalı okuyuşa) sebebiyet verecektir. Bu durumda hatalı okuyuş lafzı bozacak, bozuk lafız da kelime ya da cümlede kast edilen mananın ya anlaşılmamasına ya da yanlış anlaşılmasına sebebiyet verecektir. Zamanla kıraat ilmiyle uğraşan İslam bilginleri, Kur’ân’ın okunduğu kurallara “tecvîd” adını vererek bu ilmi Kur’ân ve Hadis’le delillendirme yoluna gitmişlerdir. Bu çerçevede kıraatle ilgili kaynaklara baktığımızda, Kur’ân’ın tecvîd kurallarına göre okunmasının zorunlu olduğunun Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabit olduğunu müşahede etmekteyiz. Hal böyle olunca ilgili kural ve kaidelerin mahiyet ve tatbiki önem arz etmektedir.
Öğe
Fıkıh Usulü
(Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2024) Demir, Halis
Fıkıh, iyi kavramak ve anlayışlı olmak gibi anlamlara da gelir. Fıkıh, kişinin hak ve sorumluluklarını bilmesidir. Müslümanın, Allah’ın rızasına uygun ibadet neşesi içerisinde hayatını sürdürebilmesi için fıkıh ilminin bazı konularını mutlaka öğrenmesi gerekir. Fıkıh, kişinin bütün hayatını kuşatır. Fıkıh ilminin ihtiyaç duyduğu ilimlerden biri usûl ilmidir. Bu kitabın konusu fıkıh usûlüdür. Fıkıh usulü gelenek de ifade eder. Kitap bu anlamda geleneğin taşıyıcısıdır. Bize rehberlik eden seleflerimize minnettarım. Kitap fıkıh usulü yazım yöntemleri olan Fukaha, Mütekellim veya Memzuc metod yöntemlerine uymamaktadır. Esas aldığımız eserler de bu şekildedir. Kaynak ve rehber eserler İlahiyat Fakültelerinde okutulduğu için, biz de bu şekilde yazmamız gerektiğini düşündük. Bizi Fıkıh geleneğimiz ile tanıştıran, heyecanımızı artıran kıymetli hocalarımızdan hiç olmazsa bazılarını hayırla yad etmeliyiz. Prof. Dr. Hamza Aktan Hocamı rahmetle yad ediyorum. İfadelerde itinası, dikkati, incelikli tespitleri tekrar ve yeniden yazma heyecanımın kaynaklarından en önemlisidir. Okuduğu her cümleyi yeniden düşünmesi, bu metinlere yeniden sorular sorması, çok iyi bildiği konularda bile farklı okumalar yapması örnek alınacak yönlerinden sadece bir kaçıdır. Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez hocamın tercüme ettiği Fıkıh Usulü kitabı çeşitli ilimleri kuşatan fıkıh ilmini sevmemize, dahası önemini fark etmemize sebep oldu. Buna hocamın zarif duruşu da eklenince. Klasik eserleri okumayı ihya eden hocalarımızdan birisi olarak Prof. Dr. Orhan Çeker hocamızı hayırla yad ediyorum. Fıkıh Usulü İlahiyat ilimleri arasında saygın bir yere sahiptir. Böylesi zor, kıymetli ve sürekli yenilenmesi gereken bir ilim dalında bana yazma görevi veren kıymetli insanlar var. Bunlara teşekkür ediyorum: Prof. Dr. Sabri Erturhan hocamız, Prof. Dr. Savaş Kocabaş Kardeşim ve Doç. Dr. Adem Çiftçi kardeşim. Kapalı ifadeleri veya yazım hatalarına dikkat çeken birer itinalı okuyucu olan öğrencilerime teşekkür ederim. Kitabın geneli hakkında ifade, muhteva ve üslup hatalarını bildiren Hocam Prof. Dr. Sabri Erturhan’a ve arkadaşım Prof. Dr. Savaş Kocabaş’a teşekkür ederim. Teşekkür edilmesi gereken bir kesim de bu dersin öğrencileri. Bunların sabırlı, hevesli ve heyecanlı takipleri sayesinde kitabın yeni baskısına ulaşıldı. Allaha hamd olsun. Günün farklı saatlerinde yer alan bu dersi sabırla takip ettiler. Konuları açık yüreklilikle takib eden bu insanlar konuların belki kâğıda aktaramamış olsak da zihnimizde olgunlaşmasına sebep oldular. Bir teşekkür de kitabın basımını üstlenen Sivas Cumhuriyet Üniversitesi yetkilileri ve diğer çalışanlara. İlitam programının her geçen gün daha nitelikli hizmet vermesine dair sürekli gayret ediyorlar. Bu kitapta, kavramlar, tanımlar ve örnekler üzerinde durulmuştur. Fakat konuların ayrıntısına girilmemiştir. Kitap fıkıh usûlüne giriş mahiyetindedir. Bu düşünülerek ihtiyaç hissedilirse ileri okumalar için ünite sonlarında makaleler önerilmiştir. Konularla ilgili de az örnek verdik. Açıklamaya veya konunun anlaşılmasına yardımcı olacak kavram haritaları, şemalar veya şekiller ekleme düşündük, hatta hazırlık yaptık. İki sebeple bunları kitaba almadık: Kitabın sayfa adedini artırmak ve ek külfet getirecekti. Önsöz Önsöz 8 FIKIH USÛLÜ Sayfa sayısının artması okuma azmini zorlayıcı olabilirdi. Bu sebeple konuları yazarken olabildiğince tekrara düşmemeye çalıştık: Cümlede, paragrafta, aynı başlık içerisinde kelimeleri seçerken de tasarruf yoluna gittik. Kitap ele aldığımız konular itibarı ile bütün olduğuna göre okuyucu söylenenlerden hareketle birikimi sebebi ile söylenmeyenleri de rahatlıkla anlayabilir. Kitapta bazı yenilikler düşünüldü. Bazen başlığın can alıcı kısmını yazdık, konuda geçecek olan bilgi cümlenin devamı gibi verildi. Benzeri tasarruf noktalama işaretleri ile de yapılmıştır. Kitap muhtasar metin olarak düşünüldüğü için ilgili fıkıh usulü kitaplarındaki bazı bilgiler alt başlıklar şeklinde sistemli şekilde verilmedi. Ya da temel eserlerde başlık halinde ifade edilen kimi konulara hatırlatma kabilinden bir iki cümle ile temas edildi. Genel olarak kimi eserlerde konuyla ilgili eser ve yazar kısa isimlerle ifade edilmekte. Mesela Sivâsî’nin müellif ismi olarak, Feth kitap ismi olarak verilmesi yeterli görülebilmektedir. Oysa Sivâsî ismiyle kayıtlı çeşitli müellifler vardır. Aynı şekilde Feth kelimesiyle başlayan çeşitli müelliflere ait eserler de vardır. Bu durumda müellifin adı, baba adı, lakabı, bazen mezhebi, vefat tarihi ve eserin adı verilmelidir: Kemâlüddîn Muhammed b. Abdilvâhid b. Abdilhamîd es-Sivâsî (ö. 861/1457). Eseri de Fethu’l-Kadîr adını taşımaktadır. Bu konuya dikkat çeken Prof. Dr. İbrahim Çalışkan hocamızı rahmetle anarım. İlahiyat Fakültelerinde okutulan ders kitapları kaynak gösterildi. Hocam Prof. Dr. Abdullah Kahraman’ın Fıkıh Usûlü, tablo, şema ve açıklamalı örnekleri ile farklı seviyede okuyucuya hitap eden bir eserdir. Emektar hocamız Prof. Dr. Fahrettin Atar’ın Fıkıh Usûlü, ilgili konularını geniş ele alan Türkçe eserdir. Prof. Dr. Zekiyyüddin Şa’bân’ın İslâm Hukuk İlminin Esasları isimli eseri konuların tahlili ve mezhepler arası farklı içtihatları izahı bakımından önemlidir. Bölüm sonlarındaki kaynakça ve ileri okumalar için eklenen makale isimleri okuyuculara hatırlatmadır. Konulara temel bilgilere aşina okuyucu, bu makaleler ile de İslam hukukunun dinamizmine dair yeni çalışmalardan haberdar olacaktır. Konunun güncel çalışmalar ile sürdürüldüğünü de görecektir. Kelime, isim ve kavramların yazılmasında Türkiye Diyanet Vakfı Islâm Ansiklopedisi yazımı esas alındı. Bu kitabı kaleme alırken karşılaştığımız bir zorluk da bazı örneklerdir. Kimi konularda örnekler yeniden yazılmalıdır. Bu durumda ise kavramlarla özdeş hale gelmiş örnekler yerine yenileri eklendiği ya da yeni örneklerle değiştirildiğinde ya da kaynak eserlere aşinalık kaybolacak, ya da okuyucu tarihte yaşanmış kimi konuları içinde bulunduğu zaman, mekan, çağ veya şartlar ışığında dünü değerlendirmek zorunda bırakılacaktı. Elinizdeki Fıkıh Usûlü kitabı siz okuyucularımızın tenkit ve uyarıları sonucu daha faydalı hale gelecektir. Gayret bizdendir; Muvaffakiyet Allah’dandır