Arşiv logosu
  • English
  • Türkçe
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
Arşiv logosu
  • Koleksiyonlar
  • Sistem İçeriği
  • Analiz
  • Talep/Soru
  • English
  • Türkçe
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
  1. Ana Sayfa
  2. Yazara Göre Listele

Yazar "Arslan, Murat" seçeneğine göre listele

Listeleniyor 1 - 10 / 10
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Baldırzâde Mehmed Efendi’nin Fezâil-i Haremeyn adlı eseri (İnceleme-metin)
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2022) Arslan, Murat; Yücel, Ebubekir Sıddık
    Baldırzâde Mehmed Efendi, XVI. yüzyılın ikinci yarısında Bursa'da dünyaya geldi. Doğum tarihi kesin olmayan Baldırzâde'nin 1650'li yıllardan sonra doğduğu tahmin edilmektedir. Osmanlı ilmiye sınıfına mensup olan müellif, İstanbul ve Bursa'daki önemli medreselerde müderrislik görevlerini yerine getirdi. Bildiğimiz kadarıyla 12 tane eseri bulunmaktadır. Bu eserler birbirinden farklı alanlarda yazılmış ve bu durumdan ötürü çağdaşları tarafındanda takdir toplamıştır. Çalışmamızın konusunu oluşturan Fezâil-i Haremeyn adlı eseri Mekke ve Medine tarihi üzerine yazdığı eserler arasındadır. Bu eseri Mekke'ye kadılık vazifesi ile gönderildiği yıllarda kaleme almıştır. Mekke'de bir yıl kadılık görevi yürüten müellif, görevinin bitiminden sonra da bir süre burada kalmıştır. Eserinde Mekke ve Medine ile alakalı geçmişten ve kendi döneminden önemli bilgiler mevcuttur. Farklı alanlarda ön plana çıkan Baldırzâde, bu eserinde kullandığı kaynaklara ve anlattığı olaylara hakimiyeti ile tarihçiliğini de ispatlamaktadır. Eserde, Kâbe'nin tarih boyunca inşa süreçlerinden, gördüğü önemli tamirlerden bahsetmekle birlikte İslam tarihinin ilk dönemlerindeki mekanları ve bazı olayları da anlatma gayreti içerisindedir. Aynı zamanda Haremeyn'in ziyaret edilmesi gereken yerlerinden, ziyaret esnasında uyulması gereken kurallardan da uzun uzun bahseden Baldırzâde, rehber kitap özelliği taşıyan bir eser meydana getirmiştir. Anahtar Kelimeler: Baldırzâde Mehmed Efendi, Osmanlı Devleti, Mekke, Medine, Fezâil, Kâbe, Edep, Hürmet, Ziyaret
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Central Giant Cell Reparative Granuloma: A Case Report
    (Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, 2018) Arslan, Murat; Hocaoğlu, Turgay Peyami; Ketencı, Fatmanur
    Central giant cell reparative granulomas; rare, lesions of less than 7% of all benign tumors of the jaws. Although its true etiology is not known, it is thought to be a reactive, inflammatory, infective or neoplastic process. Most of them are benign,but there are also more aggressive cases. Lesions appear in a wide age range, but mostly in individuals under the age of 30. The purpose of this paper is to present a case of reactive central giant cell granuloma in the mandibular premolar region.A 14 year old male patient applied to our clinic because of swelling of mandible and teeth mobility. Bone expansion and mobility of the affected teeth were observed. Unilocular radiolucent lesions were observed in the radiological examination. Cone beam computed tomography examination showed buccal and lingual bone perforations. The lesion was incised under local anesthesia and sent for histopathological examination.The diagnosis of central giant cell reparative granuloma was made with histopathologic examination. Under local anesthesia, the lesion was completely excised and the affected teeth were withdrawn. Considering the recurrence of central giant cell granulomas, the patient was called for control after 3 months. No relapse was observed
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Comparison of maternal serum vitamin D and paraoxonase 1 levels and neutrophil to lymphocyte ratios of preeclamptic and severe preeclamptic, and normal pregnant women
    (E-CENTURY PUBLISHING CORP, 2016) Akkar, Ozlem Bozoklu; Sancakdar, Enver; Karakus, Savas; Yildiz, Caglar; Arslan, Murat; Yucel, Hasan; Ozcelik, Fatma; Yenicesu, Ayse Gonca Imir; Cetin, Meral; Cetin, Ali
    Preeclampsia is one of the most common causes of maternal and neonatal morbidity and mortality worldwide. We aimed to evaluate the diagnostic values of maternal serum levels of 25-hydroxyvitamin D and paraoxonase 1 (PON1) and neutrophil to lymphocyte ratio (NLR) in the preeclamptic patients and to assess whether they can be used to distinguish the severity of preeclampsia. This prospective study was conducted in women with preeclampsia (n=34) or severe preeclampsia (n=10) and normal pregnancies (n=36), with at least gestational age of 24 weeks. Maternal serum 25-hydroxyvitamin D and PON1 were measured and NLR was calculated. The 25-hydroxyvitamin D levels of the study groups were found comparable (P > 0.05). The normal pregnancy and preeclampsia groups were comparable (P > 0.05) with regard to the PON1 level; however, their PON1 levels were significantly higher compared to the severe preeclampsia group (P < 0.05). The NLRs of the normal pregnancy and preeclampsia groups were found similar (P > 0.05), but the NLR of severe preeclampsia group was significantly higher compared to the normal pregnancy and preeclampsia groups (P < 0.05). The maternal serum 25-hydroxyvitamin D level is not useful as a marker in the diagnosis of preeclampsia; however, the maternal serum PON1 level and NLR may distinguish the patients with preeclampsia with severe features, but not the patients with preeclampsia without severe features.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Dental implantların 2 farklı teknik olan piezocerrahi osteotomi ve novel osseodensifikasyon yöntemiyle yerleştirildikten sonra implantların osseointegrasyonu üzerine etkilerinin değerlendirilmesi: Tavşan tibiasında deneysel çalışma
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2019) Arslan, Murat; Hocaoğlu, Turgay Peyami
    İmplant, genel tıp alanındaki kullanımıyla eksik bir doku ya da organın yerine yerleştirilen doğal ya da yapay materyal anlamına gelir. Dental implant ise eksik bir veya birden fazla dişin tedavisinde dental protezlere destek olarak kullanılan, cerrahi işlem ile çene kemikleri içine yerleştirilen, titanyumdan yapılmış doğal diş kökünü taklit eden materyallerdir. Dental implant tedavisinin başarılı olması için implant ve kemik arasında "osseointegrasyon" denilen sıkı bir bağlantının oluşması gerekmektedir. Bu bağlanma süreci dinamik bir süreçtir, implantın yerleştirildiği erken dönemde hızlı bir şekilde olur, sonrasında implant kemiğin içinde kaldığı sürece yavaş bir şekide devam eder. Osseointegrasyonun oluşmasını etkileyen çeşitli faktörler bulunmaktadır. Bu faktörlerin en önemlileri, implantın, alveoler kemik içine yerleştirilmesi aşamasında belirli bir stabilite ile yuvasında hareketsiz olarak konumlandırılması (primer stabilite) ve yeterli miktarda kemik ile kontakt oluşturmasıdır. Ayrıca implantın primer stabilitesinin, osseointegrasyonun sağlanması için bir ön koşul olduğu bildirilmektedir. Dental implantların osseointegrasyonunun uzun süreli olması, implant yerleştirilecek kemiğin trabeküler yoğunluğuna da bağlıdır. Eğer yeterli trabeküler kemik yoksa implantların osseointegrasyonu yeterli miktarda olamaz ve zamanla zayıf olan osseointegrasyonunu da kaybedebilir. Dental implantların kemik içindeki yuvası, kemik trabekül yoğunluğuna; yani kemiğin kalitesi ve kantitesine bağlı olarak seçilen frezleme teknikleri ve farklı frez protokolleri ile oluşturulmalıdır. Dolayısıyla bu protokollerin kemiğin anatomik ve fizyolojik durumuna göre seçilmesi ve uygulanması, implantın yapısı (geometrisi, yiv şekli…) ile birlikte implantın primer stabilitesini ve etrafındaki kemik yoğunluğunu değiştirir. Sonuç olarak bu süreçler implant tedavisinin uzun dönem başarısında çok önemli rol oynamaktadır. Literatürde dental implantların osseointegrasyonuna olumlu katkı sağlamak için pek çok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalar implant materyalinin tasarımı ve yüzey özellikleri üzerine yoğunlaşmıştır. Cerrahi prosedürler ve implant cerrahisi sırasında frezleme protokolleri hakkında çok az çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı implant tedavisinin başarısı açısından farklı güncel frezleme teknikleri ile implant yerleştirmek, sonuçları deneysel olarak inceleyerek hangi tekniğin primer stabilite ve osseointegrasyon açısından daha başarılı ve olumlu sonuçlar vereceğini ortaya çıkarmaktır. Çalışmada 24 adet erkek, beyaz, Yeni Zellanda cinsi tavşan kullanılmıştır. Çalışmaya dahil olan tüm tavşanların tibialarına 3.2 mm çapında 8 mm boyunda aynı tasarımda dental implantlar yerleştirilmiştir. Deney grupları; Normal implant frezi ile implant yuvası açma (kontrol) grubu (n:16); piezocerrahi uçları ile implant yuvası açma grubu (n:16); osseodensifikasyon(densah) frezleriyle implant yuvası açma grubu (n:16) şeklinde oluşturulmuştur. Cerrahiden 8 hafta sonra tavşanlar sakrifiye edilmiştir. İmplant cerrahisi sonrasında ve 8. haftada manyetik rezonans yöntemiyle implant stabilitesi (ISQ değerleri) ölçülmüştür. Kemik-implant kontağı (KİK) ise 8. hafta sonunda histomorfometrik analiz yöntemiyle ölçülmüştür. Başlangıç ISQ değerlerinde kontrol grubu ve diğer tekniklerle yerleştirilen gruplar (piezocerrahi, osseodensifikasyon frezleri) arasında anlamlı bir farklılık tespit edilmemiştir.8 haftalık ISQ değerlerinde ise, piezocerrahi yöntemiyle ile yerleştirilen grupta kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek sonuçlar bulunmuştur. Piezocerrahi grubu ISQ değerleri 8.hafta sonunda fazla bulunmuş fakat osseodensifikasyon grubuna göre anlamlı bir farklılık göstermemiştir (p>0,05). Piezocerrahi grubu KIK değerlerinde kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek sonuçlar göstermiştir (p?0,05). Piezocerrahi ile yerleştirilen grupta 8.hafta sonundaki KİK değerleri osseodensifikasyon yöntemine göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. (p<0,05). Bu çalışmanın limitleri dahilinde; piezocerrahi ile osseodensifikasyon yöntemi arasında 8.hafta histomorfometrik analiz sonuçlarına göre piezocerrahi yönteminin osseodensifikasyon yöntemine göre ISQ ve KİK değerlerinin daha fazla olduğu bu nedenle osseointegrasyona daha fazla katkı sağladığı düşünülmektedir. Bu sonuçların kesinliği için farklı kemik tiplerinde daha fazla sayıda çalışmaya ihtiyaç vardır.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Evaluation of Maternal Serum 25-Hydroxyvitamin D, Paraoxonase 1 Levels, and Neutrophil-to-Lymphocyte Ratio in Spontaneous Preterm Birth
    (INT SCIENTIFIC LITERATURE, INC, 2016) Akkar, Ozlem Bozoklu; Sancakdar, Enver; Karakus, Savas; Yildiz, Caglar; Akkar, Ismail; Arslan, Murat; Sahin, Irfan Oguz; Yenicesu, Ayse Gonca Imir; Cetin, Ali
    Background: The aim of this study was to evaluate the association of maternal serum 25-hydroxyvitamin D, paraoxonase 1, and neutrophil-to-lymphocyte ratio in women having early spontaneous preterm birth without clinical chorioamnionitis. Material/Methods: This study was prospectively administered in women referred to our obstetrics service with preterm labor that resulted in preterm birth (n=35) and term labor that ended in term birth (n=44). The maternal serum levels of 25-hydroxyvitamin D and paraoxonase 1 were measured and neutrophil-to-lymphocyte ratio was calculated. Results: The 25-hydroxyvitamin D and paraoxonase 1 levels of the preterm group were significantly lower than those of the term group (p<0.05). The neutrophil-to-lymphocyte ratio value of the preterm group was significantly higher than that of the term group (p<0.05). There was a significant but small positive correlation between the serum levels of 25-hydroxyvitamin D and paraoxonase 1 in the preterm group (r=0.35; p=0.021). Conclusions: Decreased maternal serum 25-hydroxyvitamin D and paraoxonase 1 levels and increased neutrophil-to-lymphocyte ratio may have a role in the etiology of spontaneous preterm birth.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    İnsanların bağırsak mikrobiyotasında bulunan genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz üreten escherichia coli izolatlarında beta-laktamaz enzim ve klon tiplerinin araştırılması
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2023) Arslan, Murat; Öztop, Atifet Yasemin
    Bu çalışmada, insanların bağırsak mikrobiyotasındaki genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) üreten Escherichia coli suşlarının izole edilmesi, izolatların antibiyotiklere duyarlılıkları, GSBL gen tipleri, klonal ilişkilerinin araştırılması ve E.coli ST131 klonunun belirlenmesi amaçlandı. Toplam 50 gönüllü katılımcının dışkı örneklerinden üretilen GSBL pozitif izolatlar çalışmaya alındı. İzolatlar konvansiyonel yöntemler ve MALDI-TOFF MS (matrix-assisted laser desorption ionization time of flight mass spectrometry) ile tanımlandı. GSBL üretimi kombine disk yöntemiyle doğrulandı. Antibiyotik duyarlılık testleri disk difüzyon yöntemiyle yapıldı ve European Committee on Antimicrobial Susceptibility Testing (EUCAST) kriterlerine göre değerlendirildi. İzolatların klonal ilişkileri enterobacterial repetitive intergenic consensus polymerase chain reaction (ERIC PCR) ile belirlendi. Bazı beta laktamaz genleri (blaTEM, blaSHV, blaCTX-M, blaOXA, blaPER, blaVEB, blaGES) ve E.coli ST131 klonu PCR yöntemiyle araştırıldı. Ayrıca, 10 izolat multilocus sequence typing (MLST) ile tiplendirildi. Bu çalışmada GSBL üreten E.coli fekal taşıyıcılık oranı %31,05 (161'de 50) olarak bulundu. GSBL üreten izolatların ampisiline, seftazidime, sefotaksime, seftriaksona, amoksisilin-klavulanik asite, aztreonama, sefepime, trimetoprim/sulfametoksazole, piperasilin tazobaktama, sefoksitine, siprofloksasine, gentamisine, amikasine, ertapeneme direnç oranları sırasıyla, %100, %94, %92, %82, %78, %76, %68, %58, %42, %40, %38, %14, %6, %4'dü. İzolatların tümü imipeneme ve meropeneme duyarlı bulundu. PCR sonuçlarına göre TEM %82 ile en yaygın beta-laktamaz enzimi olurken, bunu %68 ile CTX-M ve %10 ile OXA enzimi izledi. ERIC PCR profillerine göre 50 izolat 30 kümeye ayrıldı. Toplam 50 izolatın 5'inin PCR ile ST131 klonundan olduğu bulundu ve bu izolatlar MLST analiziyle de ST131 olarak saptandı. Ayrıca MLST analizi yapılan diğer 5 suşun sekans tipleri ST10, ST34, ST349, ST6834 ve ST8712 olarak belirlendi. Bu çalışmada GSBL üreten E.coli taşıyıcılık oranının yüksek olduğu, izolatların klonal çeşitliliğe sahip olduğu ve ST131 pandemik klonunun bulunduğu gösterildi.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Livestock guarding behaviour of Kangal dogs in their native habitat
    (ELSEVIER SCIENCE BV, 2018) Akyazi, Ibrahim; Ograk, Yusuf Ziya; Eraslan, Evren; Arslan, Murat; Matur, Erdal
    Kangal Shepherd Dog is one of the endemic large dog breeds in Anatolia, Turkey. It is bred in different regions of Turkey as well as in different countries as a livestock guarding dog (LGD). Being one of the most popular and common LGD breeds, basic behavioural traits and the effectiveness of Kangals have been subjected to several studies. However, most of the behavioural data originate from surveys conducted with LGD users and there is a lack in the literature of studies which focus on direct observation and recording of guarding behaviours of Kangals. The present study investigated 10 sheep flocks guarded by Kangal dogs in their natural habitat, in Sivas, Turkey, by recording the movements of dogs, sheep and shepherd using GPS-receivers in the pasture. We collected instantaneous geographical position and speed data to assess to what extent the movement data overlaps with the behavioural data present in the literature about the livestock guarding behaviour of Kangals. The mean speeds of the sheep, the shepherd and dogs were lower in the night, compared to that in the daytime. The shepherd stayed, an average, closer to the herd in the night compared to the dogs. Both the shepherd and the dogs preferred to be closer to the herd at night, compared to the daytime. Dogs moved farther away from the herd than did the shepherd in the night. Our results indicating that Kangal dogs generally established a closer relationship with shepherd rather than the sheep may imply an anthropogenic disruption in one of the three behavioural components of LGDs, namely in the attentiveness of Kangals. To the best of our knowledge, the present study is the first one to collect geographical data regarding the livestock guarding behaviour of Kangal dogs in their native habitat. Hence, our results and any future studies on this matter will contribute to a better understanding of livestock guarding behaviour of Kangal dogs and lead to more efficient breeding practices and training programs in this respect.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Radiation-Induced Acrylamide/4-Vinyl Pyridine Biocidal Hydrogels: Synthesis, Characterization, and Antimicrobial Activities
    (TAYLOR & FRANCIS INC, 2017) Arslan, Murat; Saraydin, Dursun; Oztop, A. Yasemin; Sahiner, Nurettin
    Acrylamide/4-vinyl pyridine hydrogels were synthesized by radiation polymerization technique using a -irradiator. The prepared radiation-synthesized acrylamide/4-vinyl pyridine hydrogels were then treated using a modifying agent with aromatic functional group. The modifying agent used in the modification of acrylamide/4-vinyl pyridine hydrogels was the N-aromatic alkyl quaternizing agent of chloromethyl benzene. The functional group on the modified acrylamide/4-vinyl pyridine hydrogels was confirmed with Fourier transform infrared (FTIR) spectrometry. Thermal analysis, surface morphology investigation, and swelling of the modified and unmodified hydrogels were completed. The antibacterial and antifungal activities of the modified and unmodified hydrogels were also tested against gram-positive Staphylococcus aureus (ATCC 25923); two gram-negative Escherichia coli (ATCC 25922), and Pseudomonas aeruginosa (ATCC 27853) human pathogenic bacteria and a fungal strainCandida albicans (ATCC 10231) for their MBC values. It was found that acrylamide/4-vinyl pyridine hydrogels do not possess biocidal properties, whereas the modified form of acrylamide/4-vinyl pyridine-chloromethyl benzene showed highly bactericidal characteristics. [GRAPHICS] .
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Ratlarda Deneysel Olarak Oluşturulan Kritik boyutlu kemik defektlerine uygulanan sığır kaynaklı deminarelize kemik greftininin kemik iyiyleşmesine olan etkisinin otojen,allojenik ve sentetik greftlerle karşılaştırılmasının histomorfometrik olarak incelenmesi
    (Sivas Cumhuriyet University, 2018) Hocaoğlu, Turgay Peyami; Gençoğlan, Sadık; Arslan, Murat; Benlidayı, M. Emre; Kürkçü, Mehmet
    Amaç: Kemik dokusu iyileşme özelliğine (rejenerasyon) sahiptir ve yaralanan kemik dokusu şekil ve fonksiyonunu yeniden kazanabilmektedir. Fakat yaralanmanın boyutu büyük olduğu zaman iyileşme sınırlı kalabilmektedir. Kritik boyutlu kemik defekti; kemik dokusunda, canlının yaşamı boyunca, şekil ve fonksiyon olarak, kendiliğinden tamamen iyileşmesinin mümkün olmayacağı boyuttaki defekt anlamına gelir. Kritik kemik defektlerinde tedavi için otojen greft uygulaması altın standart olarak kabul edilir. Otojen kemik greftinin bazı dezavantajları nedeniyle araştırmacılar çalışmalarını farklı greft materyalleri üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Bu çalışmalar neticesinde Ksenogreft, Allogreft ve sentetik greft materyalleri gibi seçenekler ortaya çıkmıştır. Çalışmamızın amacı 5mm çapında kritik boyutlu kemik defektlerinde sığır kaynaklı demineralize kemik grefti uygulamasının kemik iyileşmesine etkisi ile aynı çaptaki defektlere otojenik, allojenik ve sentetik greft materyali uygulandığı zaman elde edilen iyileşmelerin histomorfometrik olarak incelenmesidir. Gereç ve Yöntemler: Deney hayvanları her grup 8 deney hayvanından oluşan 4 gruba ayrıldı. Kontrol grubunda mandibulada defekt oluşturulduktan sonra defekt sığır kaynaklı kemik grefti (Integros Bone Plus XS Adana/Türkiye) ile dolduruldu. Daha sonraki deney gruplarında; I. grupta oluşturulan kritik boyutlu defekte trefin frezle çıkartılan otojen kemik tekrar konuldu. II. grupta oluşturulan kritik boyutlu defekte insan kaynaklı kemik grefti (Korea Bone Bank (KBB) Gasandong Keumcheongu Seoul/Korea) uygulandı. III. grupta oluşturulan kritik boyutlu kemik defektine ise sentetik kemik grefti grubunda yer alan β-trikalsiyum fosfat (Cerasorb North Caroline/USA) uygulandı. 28 gün sonra ratlar öldürüldü.Her grup sakrifiye edilerek histomorfometrik incelemeye alındı. Sonuç: Farklı greft materyallerinin 28. günde yeni kemik oluşumuna olan etkisinin histomorfometrik olarak incelendiğinde otojen kemik grefti, allogreft ve sığır kaynaklı kemik grefti uygulanan gruplar arasında yeni oluşan kemik hacmi bakımından anlamlı bir fark bulunmazken, sentetik kemik grefti uygulanan grupla aralarındaki fark anlamlı bulunmuştur. Otojen kemik grefti günümüzde hala altın standart olarak kabul edilmesine rağmen, elde edilmesi ve uygulanmasındaki zorluklar nedeniyle çalışmamızda kullandığımız sığır kaynaklı kemik greftinin otojen kemik greftine alternatif olarak güvenilir ve etkili biçimde kullanılabileceği belirlenmiştir.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Vinil piridin esaslı polimerlerin antimikrobiyal etkilerinin araştırılması
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2012) Arslan, Murat; Öztop,
    Antimikrobiyal polimerler tıbbi aletler, sağlık ürünleri, su arıtma sistemleri ve gıda paketleme gibi çeşitli alanlarda kullanılmaktadır. Son günlerde, araştırmaların çoğu yeni antimikrobial polimerlerin sentezi ve biosidal etkinlikleri üzerine odaklanmıştır. Bu çalışmada, radyasyon tekniği ile sentezlenen çapraz bağlı p(AAm/4VP) ve kuaternerize türevi p(AAm/4VP-Q) kopolimerlerinin Staphylococcus aureus (ATCC 25923), Escherichia coli (ATCC 25922), Pseudomonas aeruginosa (ATCC 27853) ve Candida albicans (ATCC 10231) suşlarına karşı antimikrobiyal aktiviteleri tüp dilüsyon ve agar difüzyon tekniği ile incelendi. P(AAm/4VP) kopolimeri mikroorganizmaların hiçbirine karşı antimikrobiyal aktivite göstermedi. P(AAm/4VP-Q) polimeri ile yapılan tüp dilüsyon tekniği deneylerinde polimer bakteri suşlarına karşı antimikrobiyal aktivite gösterirken C.albicans polimerden etkilenmedi. P(AAm/4VP-Q) polimerinin minimum bakterisidal konsantrasyon değerleri E.coli için 2,5 mg ml-1, S.aureus ve P.aeruginosa için 7,5 mg ml-1 olarak belirlendi. Öldürme zamanı deneylerinde p(AAm/VP-Q) polimeri ile 10 dakika temas süresi sonunda mikroorganizmalardan E.coli'nin %93'ü, P.aeruginosa'nın %96'sı ve S.aureus'un %98'i öldü. Polimer ile 180 dakika temas sonunda bakteri suşlarının tamamı öldü.

| Sivas Cumhuriyet Üniversitesi | Kütüphane | Açık Erişim Politikası | Rehber | OAI-PMH |

Bu site Creative Commons Alıntı-Gayri Ticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile korunmaktadır.


Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı, Sivas, TÜRKİYE
İçerikte herhangi bir hata görürseniz lütfen bize bildirin

DSpace 7.6.1, Powered by İdeal DSpace

DSpace yazılımı telif hakkı © 2002-2025 LYRASIS

  • Çerez Ayarları
  • Gizlilik Politikası
  • Son Kullanıcı Sözleşmesi
  • Geri Bildirim