Arşiv logosu
  • English
  • Türkçe
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
Arşiv logosu
  • Koleksiyonlar
  • Sistem İçeriği
  • Analiz
  • Talep/Soru
  • English
  • Türkçe
  • Giriş
    Yeni kullanıcı mısınız? Kayıt için tıklayın. Şifrenizi mi unuttunuz?
  1. Ana Sayfa
  2. Yazara Göre Listele

Yazar "Aktay, Muammer" seçeneğine göre listele

Listeleniyor 1 - 7 / 7
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    ALAİN BADİOU: ALACAKARANLIKTA HAKİKATİ ARAMAK
    (Sivas Cumhuriyet University, 2022) Aktay, Muammer
    Alain Badiou’ya göre alışıldık olandan ayrılmama, felsefi arzuya yönelmeme, dil oyunlarına karşı direnmeme, sahte yaşamlara karşı isyan etmeme, "mazoşist itaat"ten vazgeçmeme, gerçeklik ile karşılaşmaktan korkma, riski üstlenmeme, “cehalet tutkusu” gibi ifadeler hakikati maskelemektedirler. Bu maskeler, adeta çağımıza musallat olmuş, gerçeklik tutkusu yerini postmodern taklit tutkusuna bırakırken kinizm, fanatizm, sömürü ve baskı başat hale gelmiştir. Bu durumda hakikatin “arzuna sahip çık” ifadesi yok olurken kapitalizmin “tükettiğin ölçüde varsın” sloganı benimsenmeye başlanmıştır. Radikal muhafazakârlık ve politik gizli sömürüler yerlerini kapitalizmin çıplak sömürüsüne bırakmıştır. Bu devasa sömürü ve kriz ortamında “gerçek yaşam” ve hakikat arayışları hiç olmadığı kadar zordur. Çünkü bu arayışlar, kapitalizme karşı aktivist, aksiyonist anlamlarda direnişleri gerektirmektedirler. Belirsiz bir olaydan hareketle bu direnişin nasıl ortaya çıkacağı ve onu ortaya çıkaracak olan aktivist öznenin kim olacağı gibi problemler karşımızda durmaktadır.Bu makalede amacımız, Badiou’nun kriz durumunu ya da kapitalizmin enkazını nasıl açıkladığını, onun çerçevesini nasıl çizdiğini analiz etmek, daha sonra bu krize karşı hakikat arzusunu nasıl inşa ettiğini ortaya koymak ve son olarak, bu problemlerle ilgili tartışma yapmaktır.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Alasdair Macıntyre ve Alain Badiou’nun değer kuramları ışığında çağımızın ’Moralite krizi’ üzerine bir soruşturma
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2023) Aktay, Muammer; Taşkın, Ali
    Bu çalışmada Alasdair MacIntyre ve Alain Badiou gibi iki çağdaş filozofun ahlâkî yozlaşmalara ve krizlere getirdikleri eleştiriler ve önerdikleri çözümler temelinde güncel tespitler yapılarak özgün bir bakış açısı ortaya konmaktadır. MacIntyre, ahlâkî krizlere karşı, tarihselci bir rasyonaliteden hareketle erdem ahlâkını savunmaktadır. Ona göre erdemden yoksun bir yaşam, mekaniklik, öznellik, hazcılık üzerinden bedensel olarak dışsallığın içsellik üzerinde hâkimiyet kurması problemini açığa çıkarır. MacIntyre'ın da işaret ettiği, bir tür ahlâkî kriz olarak nitelendirilebilecek bu durumda, eylemin değeri üzerinden oluşan karakterli bir duruş ve erdemli bir tavır geliştirmenin anlamı azalırken, belirlilik, mekaniklik ve hesaplanabilirlik gibi ifadelerin pratiğe dönüştüğü yaşam alanı genişlemektedir. Bununla birlikte, iyi, sevgi, tarihsel öykü, gelenek, erdem, arzu gibi kavramlar ahlâkî tavırlardan bağımsız olarak haz formüllerine indirgenerek somutlaştırılmaktadırlar. MacIntyre'a göre, bu esaret durumunda, mücadeleci tavırlardan ya da rahatsız edici önerilerden hareketle, ahlâkî dilin nasıl ortadan kaldırıldığını anlamak için tarihsel bir iz sürme arayışı ortaya çıkarılmalıdır. Badiou ise bunalım, esaret ve krizlere karşı hakikatler etiğini savunmaktadır. Badiou'ya göre, hakikatler etiğinin temelinde, dünyanın sefaletine dayalı ideolojilerin, neoliberalizmin aracı hâline gelmiş etiğin yerinden edilmesi ve hakikatin yeniden icat edilmesi gerekmektedir. Bu etiğin temelindeki mücadeleden uzaklaşan öznenin varoluş tarzı kaybolduğu, derinliği, yaratıcılığı da olmadığı için özgün taraf ortadan kalkmış, farklılık yerine aynılık her şeyi kuşatmıştır. Başkası tarafından sömürülme tehlikesi, yerini kendi kendini sömürme olan özgürlük parodisine bırakmıştır. Bir başka deyişle, her şeyin mümkün olduğu, buharlaşan değerlerin yerini şeffaflığın aldığı postmodern durumlar egemenliğini ilan etmiştir. Bununla birlikte, bu yozlaşmış hayat içerisinde, etiğin, teorik olana, tanımlara, ideolojilere, bedensel kötülük görmeme durumlarına indirgenmesi, yarar üzerinden anlamlı hâle getirilmeye çalışılması yaygınlık kazanmıştır. Badiou'ya göre etiğin bu yozlaşmış durumunun dışında yeni bir gerçek yaşam alanı kurmak insanlığa musallat olmuş olumluluk yerine direnişin ortaya çıkarılması gerekir. İki filozofun perspektifinden de yararlanılarak, sözü edilen yozlaşmış yaşama karşı, MacIntyre'ın erdem ahlâkı ve Badiou'nun hakikatler etiği üzerinden arayışlara girişmek yeni bir yol ortaya çıkarabilir. Bu çalışmada, çağımızda yaygın olan etiğin, arkasında saklandığı ideolojilerin dışında, olması gereken doğal ve evrensel kökenlerine işaret ederken, tanımlayıcı, yorumlayıcı anlayışların istatistikçi bakış açılarına eleştiriler yöneltilmektedir. Anahtar Kelimeler: MacIntyre, Badiou, Moralite, Etik Yozlaşma, Mücadele, Erdem.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    Biyopolitikadan Psikopolitikaya Sömürünün Dönüşümü Problemi Üzerine Felsefi Bir İnceleme
    (Çetin TÜRKYILMAZ, 2024) Aktay, Muammer
    İnsanın bir yönüyle doğal bir yönüyle de siyasal, toplumsal bir canlı olduğu düşünebilir. Tarihsel süreç boyunca iktidarlar, insanın siyasal ve doğal yönleri üzerinde denetimi ele geçirmek için belirli egemenlik sistemleri uygulamışlardır. Bu egemenlik sistemlerini içeren “politika” ise olumlu veya olumsuz yönlerden iktidarın strateji, mekanizma ve farklı eylem tarzlarını kapsayan genel bir kavramdır. Biyopolitika da farklı sömürü biçimleriyle beden üzerinde egemenlik sistemleri kurmaktadır. Biyopolitik açıdan egemen iktidardan disiplin iktidarına geçerken politik araçlar değişse de dışsal baskı ve bireyin itaatkâr yönü değişmemektedir. Biyoiktidarın disiplin ağı ve endüstri sömürüsüyle bedenlerin denetimini sağladığı hapishaneler, hastaneler ve nihayetinde panoptikonlar her yerdedir. Bu noktadaki problem; biyopolitikanın bedeni disipline etme çabasının, neoliberalizmin beden dışındaki zihinleri belirli süreçlerle optimize etme problemini açıklama konusunda yeterli olup olmadığıdır. Çağımızda neoliberal rejim, biyopolitikanın yöntemleri dışında psikopolitikalar üzerinden inşa edilen incelikli yönler aracılığıyla kendi kendini simüle eden bireyler yaratmaktadır. Böylece neoliberalizm ile birlikte sömürülecek olan beden yerini ruha bırakmıştır ve sonsuz bir yapabilme ve hoşa gitme dönüşümü başlamıştır. Buna göre irademize müdahale eden kendi dışımızda bir güç ya da zorla giydirilen belirli bir elbise yoktur, artık isteklerimizin çıplaklığı ile yüzleşmek zordur. Bu duygu politikası belirli bir yanılsamayı da beraberinde getirir. Çünkü, psikopolitika çağına doğru ilerlerken, dijital panoptikonun gözetiminin duygu, tutku ve de zihinsel yani bütün içsel süreçleri ele geçirme tehlikesi vardır. Bu çalışmanın amacı, neoliberalizm araçlarının biyopolitika ve psikopolitika sömürüleri açısından nasıl ön plana çıktıklarına değinmektir. Bununla birlikte psikopolitikalarla nasıl farklı sömürü tarzlarının ortaya çıktığı analiz edilmeye çalışılacaktır. Nihayetinde kendisini psikopolitikalar içerisinde konumlandıran öznenin dramı tartışılacaktır.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    LUDWIG von MISES: DEVLETÇİLİK ELEŞTİRİSİ
    (Sivas Cumhuriyet University, 2021) Selim, Ferdi; Aktay, Muammer
    Mises’e göre devlet beşeri bir kurumdur. Bu söylem ışığı altında devletin insanın iyiliği ve esenliği için var olması gerektiği vurgulanır. Fakat bu temel amaçtan uzaklaşan yönetimler sıklıkla mutlak devletçilik politikaları yaratmaktadırlar. Mutlak devletçiliğin fikir ve programları müdahalecilik, sosyalizm, otarşi ve milliyetçiliktir. Bu politik doktrinlerde gözetilen ortak amaç bireyi zorlama, baskı ve tehditle kontrol altına almaktır. Yine bu görüş altında devletin beşeri bir kurum olduğu değil de, üstün, yüce ve güçlü bir yöne sahip olması gerektiği iddia edilir. İşte devletin beşeri bir kurum olmaktan çıkarılarak aşkın bir güç olarak soyutlanmasıyla devlet Tanrısal bir görünüme bürünür. Mises’e göre, bu sistemlerde yaratılan bu tür soyutlamalar özgürlük, demagoji ve yıkım gibi birçok kavramın iç içe girmesine neden olmaktadır. Bu tespitlerinden sonra Mises, devletçilik anlayışının politikalarına karşı insanlığın ilerlemeci ve iyileştirici gücü olarak liberalizmi anar ve bu yönde bir reçete hazırlar. Bu bağlamda makalemizin amacı devletçiliğin politik uygulama ve programlarının insanlığı nasıl mutsuzluğa, korkuya ve asimilasyona maruz bıraktığını, onların özgürlüklerini, eşitliklerini ve özel haklarını nasıl elinden aldığını Mises’in görüşleri ışığı altında gösterebilmektir. Ayrıca bu görüşlerden hareketle günümüz insanlığının durumu ile ilgili de özgün bakış açıları sunmaya çalışmaktır.
  • Yükleniyor...
    Küçük Resim
    Öğe
    Spinoza ve Leibniz'in Etik Anlayışlarının Karşılaştırılması
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi - Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Aktay, Muammer; Taşkın, Ali
    17.yüzyıl felsefesinin önemli iki filozofu olan Spinoza ve Leibniz,ontoloji,epistemoloji,etikgibialanlardaortayakoymu olduklar görü leriylefelsefe tarihinde önemlibiryeredinmi lerdir.Günümüzdebilebuikifilozof,hala önemlerini korumaktad rlar. Çal mam zda,buikifilozofun,etikanlay lar n ele ald k.Etikanlay lar n analizetmeye çal rken, kötülük, irade özgürlü ü,Tanr -etik ili kisigibi problemlerin önemini aç klamaya çal t k.Buiki filozof,bulunduklar dönem itibariyle Kartezyendirlerama teolojinin etkisinden de tam olarak kurtulamam lard r.Bundandolay SpinozayadaLeibniz’inetikanlay lar n ele al rken,onlar n kötülük, Tanr -etik,mutlulukgibi konularveproblemlerinde teolojininetkisigörülmektedir. SpinozaveLeibniz’inontoloji,epistemolojianlay lar ndaoldu ugibi,etik anlay lar ndada,Tanr ’n nmerkezikonumdaoldu unugörürüz.AncakSpinoza’n n eti inde,Tanr ’n nevreneiçkinolmas , O’nunirade özgürlü ününolmamas , evrendekizorunlulukanlay ,insanatekanlaml l k üzerindenbirevrensunarken, Leibniz’ineti indeise,Tanr ’n niradeyesahipolmas ,evrendeolumsall kve ereksellik olmas ,insana çok anlaml l k sunmaktad r.Tabiiki,Spinoza’n n eti indekitek anlaml l n ,Leibniz’in ise, çok anlaml l n ,ontolojive epistemolojilerindentamolarakay ramay z.Yanibuikifilozofun,etikanlay lar n aç klarken,ahlakfelsefeleriileili kili olangenelfelsefeproblemlerinidegözard etmemeyi amaçlad k.Buba lamda bu çal man namac ,ikifilozofunetikanlay lar ileilgiliolarakgördü ümüzbirçokkonuyaveyaproblem alanlar navurguyaparak, ahlakfelsefesineetkiedenveyayön veren dü üncelerinindetayl incelemesiniortaya koymakt r. Buamacaula makiçin, öncelikleiki filozofunda,etikanlay lar ileilgili problemleriayr nt l birbiçimdeelealarak,ahlakfelsefelerinidahaanla l r k lmaya odakland k.Sonuç olarak,buikifilozofun,etikanlay lar n kar la t rarakve tart arak,amac m z gerçekle tirmeye çal t k.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    SPİNOZA’NIN CONATUS, ARZU, SEVİNÇ, KEDER VE ÖZGÜR İRADE KAVRAMLARI İLE İNSAN DOĞASI ÜZERİNE BİR İNCELEME
    (2018) Aktay, Muammer
    Spinoza temelde teoloji ve felsefe arasında ayrım yapmış, her ikisinin de kendi alanındahüküm sürmesi gerektiğini belirtmiştir. Felsefi dilin kanıtlama, aksiyom, tanım gibikavramları bize daha doğru vereceğini ortaya koymuştur. Ama felsefi dili kullanmak temelyönerge olsa da yöntem daha önce gelmektedir. Daha önceki filozofların, teologların “insanıdoğada krallık içinde krallık” sanmaları bunun en açık örneğidir. Spinoza’ya göre dahaönceki filozofların düştüğü hataya düşmemek için belit kavramalarla insana yönelmeliyiz.Bu anlamda insanı anlamak için onun doğası temel hareket noktamız olmaktadır. Ona görebunun için ilk olarak insanın duygularının kökenini ve doğasını determinizm yasalarölçüsünde analiz etmemiz gerekir. Spinoza’nın özellikle insanın doğasını anlamak için,duyguların önemi ve bizi etkilemeleri üzerinde durması ile kartezyen felsefesine de farklıbir etki kattığı söylenebilir. Spinoza’ya göre insanın doğasının fiili özünü oluşturan kavramconatustur. Conatus bütün evrenin ama etkinlik olarak insanın varolma gücünün birkıvılcımını üretendir. İnsanın belirsiz zamanda değil de şu-anda yaşamasının temelinihazırlayan şeydir. Spinoza’ya göre, insanın içindeki varolma gücü insanı ifade boyutundanifade edilen bir konuma taşıması açısından da önemlidir. Bu anlamda yaşama gücünüsağlayan bu çaba aslında insanın doğasının özü olarak nitelediği, iştah veya bilincine varılanarzunun kökenini bize sunar. Bu insanın beden ve zihni söz konusu olduğunda çabanın arzuolması durumudur. Sadece zihni durum olursa irade kavramı ortaya çıkar. Conatus bizeduygunun kapısını aralar. Duygu dediğimizde karşımıza arzu, sevinç, keder çıkmaktadır.Arzu insanın doğasının kendisini bize sunar. İnsan sürekli bir dıştan edilgin bire bir olmayanveya kendisinin yöneldiği birebir etin fikir durumlarını yaşar. İnsan çoğu zaman bu arzunundurumunda bu tepkilere göre fikir oluşturur. Bir şey iyi değildir, sadece bizim ondanyönelmemiz o şeyi iyi yapar ve sevinç duygusunu oluşturur. Bir şey kötü değildir bizimondan uzaklaşmamız ona keder duygusu yaratırız. Arzunun temellendirmeleriyle keder;egoist, şefkatsiz, sevinç; iyilik, yüreklilik vb. olarak ele alırsak, o zaman özgürlükte buduygular arası bir etkileme midir? Özgürlük insanın doğasının bir yanılsaması mıdır?Spinoza, özgür irade veya yanılsama bize aynı şeyi anlatır. Sadece özgür iradeye yaşamımızboyunca inandığımız için, özgür irade denilince mükemmellik kavramını hayal ederiz. Amabir taşın kendini havada özgür zannetmesi onun düşmesini değiştirmeyeceği gibi bizimkapıya yönelmemiz de dışarı çıkma isteğimiz ya da arzumuzdan başka bir şey değildir.İnsanın varolma çabasının, sevinç, keder, gibi duygularla nasıl yaşandığını ve bizi eğilimesürükleyen arzu güdüsüyle insanın yazgısını göstereceğiz. Özgürlük ya da yanılsamadurumu açısından da modern insanın kendisine kısaca ışık tutacağız.
  • Küçük Resim Yok
    Öğe
    The Problem of Pain in Byung-Chul Han's Philosophy: The Extinction of Homo Doloris
    (Beytulhikme Felsefe Cevresi, 2024) Aktay, Muammer; Selim, Ferdi
    Pain is a multidimensional notion. It has different meanings from physiological, existential, and spiritual perspectives. Pain is both the source and the result of a specific warning, a personal perception, anxiety or deep thought, limitation, fear in the face of death and finally the existential abyss. In this respect, they are steps taken towards homo doloris (suffering human being). In addition, today, with the digital age, ontological and epistemological debates continue in new forms around problems such as feeling, communicating, and overcoming pain. These discussions show the direction, image, and way of transferring the subject's relationship with pain to life. Byung-Chul Han claims that these distinctions have turned into a deep rupture, and that the relationship between the subject and pain has changed as the negativity of pain has become widespread. The aim of this study is to discuss both pain and its related concepts death, and life, based on Han, who philosophically analyses the postmodern transformation of pain in our age. However, it is open to discussion why a painfree life is desirable.

| Sivas Cumhuriyet Üniversitesi | Kütüphane | Açık Erişim Politikası | Rehber | OAI-PMH |

Bu site Creative Commons Alıntı-Gayri Ticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile korunmaktadır.


Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı, Sivas, TÜRKİYE
İçerikte herhangi bir hata görürseniz lütfen bize bildirin

DSpace 7.6.1, Powered by İdeal DSpace

DSpace yazılımı telif hakkı © 2002-2025 LYRASIS

  • Çerez Ayarları
  • Gizlilik Politikası
  • Son Kullanıcı Sözleşmesi
  • Geri Bildirim