Yazar "Dağlar, Gülseren" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 20 / 26
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe The correlation between levels of prenatal attachment and styles coping with stress in pregnant women(Online 2021) Dağlar, Gülseren; Bilgiç, Dilek; Çakır, DemetBackground: Pregnancy is a very important period in the development of attachment. Objective: To determine the correlation between prenatal attachment levels of healthy pregnant women and their styles of coping with stress and those of high-risk pregnant women. Method: This descriptive study consisted of 76 women in their thirdtrimester of pregnancy hospitalised at the Obstetrics and Gynaecology service at a hospital and 210 women in their third-trimester of pregnancy who were experiencing a healthy pregnancy process and admitted to the Gynaecology Outpatient Clinic for pregnancy followup. The data were collected with the Personal Information Form, the Prenatal Attachment Inventory and the Stress Coping Styles Scale. Results: There was a statistically significant difference between the prenatal attachment levels of healthy and high-risk pregnant women. There was a positive correlation between the prenatal attachment levels and the self-confident and optimistic approaches among the styles of coping with stress in the healthy and high-risk pregnant women . Conclusion: The attachment levels of the high-risk pregnant women were higher than were those of the healthy pregnant women. As the use of the self-confident and optimistic approach styles in coping with stress increases among healthy and high-risk pregnant women, so do their prenatal attachment levels.Öğe Doğum Deneyiminin Erken Postpartum Dönem Depresyon Riski İle İlişkisi(Ankara Üniversitesi, 2021) Bilgiç, Dilek; Demirel, Gülbahtiyar; Dağlar, GülserenAmaç: Araştırmanın amacı doğum deneyiminin erken postpartum dönemde görülebilecek depresyon riski ile ilişkisini belirlemektir. Örneklem ve Yöntem: Araştırma kesitsel olarak gerçekleştirildi. Örneklemi Sivas Numune Hastanesi Doğum Sonu Servisi ve Kadın Doğum Ameliyat Servisi’nde yatan 220 lohusa kadın oluşturmuştur. Veriler “Kişisel Bilgi Formu”, “Edinburgh Postpartum Depresyon Ölçeği (EPDÖ)”, “Wijma Doğum Beklentisi/Deneyimi Ölçeği B Versiyonu (WDBDÖ)” ile toplanmıştır. Bulgular: Lohusaların yaş ortalaması 27,03±5,50 dır ve %47’sine doğumda epizyotomi uygulanmıştır. Lohusaların, %10,8’i anemik, %32,2’si kendini gebeliğe hazır hissetmeden gebe kalmış ve %27’si gebeliği planlamamıştır. Lohusaların WDBDÖ-B Versiyonu ve EPDÖ puan ortalaması sırasıyla 103,30±25,84; 6,23±5,06 dır. Lohusaların %78,2’sinin WDBDÖ-B puanı 85 ve üzerinde olup klinik derecede doğum korkusu yaşamakta ve %87,7’sinin EPDÖ puanı 12 ve altında olup depresyon riski bulunmamaktadır. Lohusaların WDBDÖ-B ile EPDÖ puan ortalamaları arasında pozitif yönlü anlamlı ilişki saptanmıştır (r=0,333, p=0,001). Lohusaların bazı sosyodemografik özellikleri (eğitim durumu, çalışma durumu ve bebeğin cinsiyeti) ile EPDÖ puan ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır (pÖğe DUYGULARLA İNFERTİLİTE: OLGU SUNUMU(Sivas Cumhuriyet University, 2018) Şahin, Safiye Ağapınar; Dağlar, GülserenÖZET İnfertilitenin bireylerin psikolojisi üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. Yapılan çalışmalar infertilitenin kadın /aile/eşlerarası boyutunu incelemektedir. Olgumuzda infertilite sorunu yaşayan 33 yıllık evli bir kadının psikoljik etkilenimleri ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Bireylerin yaşadığı durumları ortaya çıkarmanın sorunlara uygun yaklaşımlarda bulunmak adına önemli olduğunu, bireylere verilecek danışmanlık ve eğitim hizmetlerinin içeriğini belirlemede de yararlı olacağı kanaatindeyiz.Öğe Ebe ve hemĢireler için uygulama becerileri öğrenim rehberi(Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2005) Bilgiç, Dilek; Yılıdırım, Gülay; Dağlar, Gülseren; Çetin, Perihan; Biçer, Sema; Gerçek, Sultan; Pınar Ertekin, ŞükranKlinik eğitimde, yaparak öğrenme ilkesine Dayanan Yeterliğe Dayalı Eğitim (YDE) yaklaĢımı 1990 yılından beri çeĢitli ülkelerdeki eğitim programlarında denenmektedir. Bu yaklaĢım ile bireyler gerekli becerileri, düĢük maliyette ve daha kısa zamanda kazanabilmekte, aynı zamanda deneyim kazanılması için gerekli olan hasta sayısı da azaltılabilmektedir. YDE yaklaĢımında; bireylerin/öğrencilerin bilgilerinden çok performansları ön plandadır. Eğitmen ise “hoca” rolünden çok öğrenmeyi kolaylaĢtıran, yol gösteren, destekleyen, geri bildirim veren yetiĢtirici (KOÇ) rolündedir. Aynı zamanda bu model; katılımcılığı, yetiĢkin eğitim ilkelerini, insancıl yaklaĢımı ve hizmetin standardizasyonunu ön planda tutar. Ġnsancıl yaklaĢım uygulamaları, modeller aracılığı ile gerçekleştirilir. Öğrenciler insan bedenine çok benzeyen ve anatomik modeller üzerinde beceri kazanıp, beceride yeterlilik seviyesine ulaştıktan sonra gerçek bireylerin üzerinde çalıĢmaya baĢlarlar. Böylece bireyler için risk azalır.Öğe EBE VE HEMŞİRELERDE MEME KANSERİ KORKUSUNUN SAĞLIKLI YAŞAM BİÇİMİ DAVRANIŞLARINA ETKİSİ(2022) Yılmaz, Cansu; Dağlar, Gülseren; Bilgiç, DilekAraştırma, ebe ve hemşirelerde meme kanseri korkusunun sağlıklı yaşam biçimi davranışlarına etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Kesitsel tipte olan araştırma, bir devlet hastanesinde çalışan 201 ebe ve hemşire ile yapılmıştır. Veriler; Kişisel Bilgi Formu, Meme Kanseri Korku Ölçeği (MMKÖ) ve Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği (SYBDÖ) ile toplanmıştır. Katılımcıların %27.9’u ebe ve %72.1‘i hemşiredir. Yaş ortalaması 32.67±8.39 dur. MKKÖ puan ortalaması 26.28±7.5;SYBDÖ puan ortalaması 125.79±21.18dir. Katılımcıların%69.2’sininmeme kanseri korkusu yüksektir. SYBDÖ alt boyutlardan en yüksek puan ortalaması manevi gelişim (25.33±4.62), en düşük fiziksel aktivite (16.12±5.10) dir. MKKÖ puan değerleri ile SYBDÖ’nin sadece sağlık sorumluluğu alt boyut puan değerleri arasında pozitif yönde orta düzeyde ilişki saptanmıştır (p<0.05,r=0.447). Ebe ve hemşirelerde meme kanseri korkusu arttıkça sağlık sorumluluğunu alma davranışı artmaktadır. Mesleki eğitimde ve çalışma hayatında meme kanserine, meme kanseri korkusuna, korkuyla baş etmeye ve sağlıklı yaşam biçimi davranışlarının geliştirilmesine ilişkin eğitimlerin yapılması önemlidir.Öğe Ebelik Öğrencilerinin Klinik Uygulamalarda Karşılaştıkları Şiddet Ve Boyun Eğici Davranışlar Arasındaki İlişki(Sivas Cumhuriyet University, 2020) Dağlar, Gülseren; Bilgiç, Dilek; Kaya, SedaAmaç: Ebelik eğitiminde uygulamalı eğitimlerin çoğu hastanelerde geçtiğinden sağlık çalışanlarının karşılaştıkları şiddete ebelik öğrencileri de maruz kalabilmektedirler. Çalışmada ebelik öğrencilerinin klinik uygulamalarda karşılaştıkları şiddet ve boyun eğici davranışlar arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Kesitsel tanımlayıcı olarak yapılan çalışmanın örneklemini ebelik bölümünde okuyan toplam 122 öğrenci oluşturmuştur. Veriler Kişisel Bilgi Formu ve Boyun Eğici Davranışlar (BED) Ölçeği ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirmesi SPSS (22.0) programında yapılmış, istatistiksel anlamlılık p0.05). Klinikte şiddete uğradığında şiddete müdahalede bulunmayanların (%32,1) BED puan ortalaması istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (pÖğe Ebelik Öğrencilerinin Mizah Duygusunun Stresle Baş Etme Yaklaşımlarına Etkisi(2018) Dağlar, Gülseren; Aksoy, Özlem Duran; Bilgiç, Dilek Çelik; Uçuk, Sultan; Güneş, M. HandanAmaç: Araştırmada ebelik öğrencilerinin mizah tarzları ilestresle baş etme yaklaşımları arasındaki ilişkinin belirlenmesiamaçlanmıştır.Materyal-Method: Tanımlayıcı korelasyon çalışması olarakyapılan araştırmanın örneklemini 280 öğrenci oluşturmuştur.Veriler Mizah Tarzları Ölçeği ve Stresle Baş Etme TarzlarıÖlçeği ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirmesi SPSS (22.0)paket programında yapılmış, istatistiksel anlamlılık p<0,05olarak kabul edilmiştir.Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 20,80±1,51’dir.Öğrencilerden %72,9’u mesleği isteyerek seçtiğini, %44,3’üderslerde mizahın işlendiğini, %40,7’si stresle baş etmedemizahı kullandığını belirtmiştir. Mesleğini isteyerek seçen,derslerde mizahın işlendiğini söyleyen öğrencilerin kendinigeliştirici mizah ile iyimser yaklaşım puan ortalamalarınınanlamlı şekilde yüksek olduğu bulunmuştur (p<0,05).Katılımcı ve kendini geliştirici mizah ile kendine güvenlive iyimser yaklaşım puan ortalamaları arasında pozitif,çaresiz yaklaşım arasında ise negatif ilişki olduğu (p=0,001)saptanmıştır.Sonuç: Öğrencilerin olumlu mizah tarzları (katılımcı vekendini geliştirici mizah) ortalama puanları daha yüksektir.Olumlu mizah tarzları ile stresle olumlu baş etme tarzları(kendine güvenli ve iyimser yaklaşım) arasında pozitifyönde ilişki vardır. Sonuçlar öğrencilerin stresle sağlıklı başedebilmelerinde olumlu mizah duygusu oluşturmanın öneminigöstermektedir. Bu nedenle ebelik öğrencilerinde mizahıkullanmanın önemi konusunda farkındalık oluşturulması,stresle baş etme yöntemi olarak mizahı kullanmalarınınsağlanması önerilmektedir.Öğe Ebelik öğrencilerinin mizah duygusunun stresle baş etme yaklaşımlarına etkisi(Süleyman Demirel Üniversitesi, 2018) Dağlar, Gülseren; Aksoy, Özlem Duran; Bilgiç, Dilek; Uçuk, Sultan; Güneş, HandanAmaç: Araştırmada ebelik öğrencilerinin mizah duygusunun stresle baş etme yaklaşımlarına etkisini belirlenmek amaçlanmıştır. Materyal- metot: Kesitsel tanımlayıcı olarak yapılan araştırmanın örneklemini 280 öğrenci oluşturmuştur. Veriler Mizah Tarzları Ölçeği ve Stresle Başetme Tarzları Ölçeği ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirmesi SPSS (22.0) paket programında yapılmış, istatistiksel anlamlılık p<0.05 olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Öğrencilerin tamamı kız olup yaş ortalaması 20.80±1.51 dir. Öğrencilerden %72.9’u mesleği isteyerek seçtiğini, %44.3’ü derslerde mizahın işlendiğini, %40.7’si stresle baş etmede mizahı kullandığını belirtmiştir. Mesleğini isteyerek seçen, derslerde mizahın işlendiğini söyleyen öğrencilerin kendini geliştirici mizah ile iyimser yaklaşım puan ortalamalarının anlamlı şekilde yüksek olduğu bulunmuştur (p<0.05). Katılımcı ve kendini geliştirici mizah ile kendine güvenli ve iyimser yaklaşım puan ortalamaları arasında pozitif, çaresiz yaklaşım arasında ise negatif ilişki olduğu (p=0.001) saptanmıştır. Sonuç: Öğrencilerin olumlu mizah tarzları (katılımcı ve kendini geliştirici mizah) ortalama puanları daha yüksektir. Olumlu mizah tarzları ile stresle olumlu baş etme tarzları (kendine güvenli ve iyimser yaklaşım) arasında pozitif yönde ilişki vardır. Sonuçlar öğrencilerin stresle sağlıklı baş edebilmelerinde olumlu mizah duygusu oluşturmanın önemini göstermektedir. Bu nedenle ebelik öğrencilerinde mizahı kullanmanın önemi konusunda farkındalık oluşturulması, stresle baş etme yöntemi olarak mizahı kullanmalarının sağlanması önerilmektedir.Öğe Ebelik ve Hemşirelik Bölümü Son Sınıf Öğrencilerinin İnfertiliteye İlişkin Tutumlarının Belirlenmesi(2020) Çakır, Demet; Dağlar, Gülseren; Bilgiç, DilekAmaç: Bu araştırmanın amacı ebelik ve hemşirelik bölümü son sınıf öğrencilerinin infertiliteye ilişkin tutumlarını belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Araştırma kesitsel tanımlayıcı tiptedir. Araştırmanın evrenini 2018-2019 eğitim öğretim yılı güz yarıyılında bir üniversitenin Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik ve Hemşirelik Bölümü son sınıfta okuyan öğrenciler oluşturmuştur (n=325). Örneklem seçimi yapılmamış, tüm öğrencilere ulaşılmaya çalışılmış ve araştırmaya 300 öğrenci (225 hemşirelik, 75 ebelik) katılmıştır. Araştırmanın verileri Kişisel Bilgi Formu ve İnfertiliteye Yönelik Tutum Ölçeği ile toplanmıştır. Bulgular: Öğrencilerin %91’i kadın olup, yaş ortalaması 22.00±1.12’dir. Öğrencilerin %18’i yakın çevrelerinde infertil birey olduğunu, tanıdıkları infertil kişinin yarıdan fazlasının (%60.0) teyze olduğunu ifade etmişlerdir. İnfertiliteye Yönelik Tutum Ölçeğinden alınan puan, ebelik bölümünde 48.59±6.33, hemşirelik öğrencilerinde ise 46.80±6.37’dir. Bu araştırmada öğrencilerin infertiliteye karşı olumlu bir tutum sergiledikleri belirlenmiştir. Öğrencilerin yaş grupları ile ölçekten almış oldukları puan ortalamalarına bakıldığında, 23 yaş ve altında olan öğrencilerin puan ortalamalarının 45.76±5.32 olduğu belirlenirken, yaşı 24 ve üzerinde olanların ise 48.24±5.87 olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca cinsiyetler ve ölçekten alınan puan ortalamaları incelendiğinde, kadın öğrencilerin puan ortalaması 47.58±6.28 iken, erkek öğrencilerin puan ortalaması ise 43.96±6.74 olduğu saptanmıştır. Sonuç: Ebelik öğrencilerinin hemşirelik öğrencilerine göre, 24 ve üzeri olan öğrencilerin daha küçük yaşta olan öğrencilere göre ve infertil bireye bakım veren öğrencilerin bakım vermeyenlere göre İnfertiliteye Yönelik Tutum Ölçeği puan ortalamaları daha yüksektir. Öğrencilerin infertiliteye yönelik tutumlarının olumlu olması infertil çiftlere profesyonel bir bakış açısıyla bakım vermeleri ve bireylerin süreci daha kolay atlatmalarını sağlaması açısından oldukça önemlidir.Öğe Ebelik ve Hemşirelik Öğrencilerinin Kadına Yönelik Şiddete İlişkin Tutumları(Dokuz Eylül Üniversitesi, 2017) Dağlar, Gülseren; Bilgic, Dilek; Demirel, GülbahtiyarGiriş ve amaç: Kadına yönelik şiddet dünyada ve ülkemizde de önemli sorunlardan birisidir. Şiddete uğrayan kadına sağlık hizmeti sunan sağlık çalışanlarından birisi özellikle ebe ve hemşireler olduğundan bu araştırmada ebelik ve hemşirelik öğrencilerinin kadına yönelik şiddete ilişkin tutumlarını belirlemek amaçlanmıştır.Yöntem: Araştırma kesitsel tanımlayıcı bir çalışma olup örneklem seçimi yapılmamış evrenin tümüne ulaşılmaya çalışılmıştır. Araştırmaya Cumhuriyet Üniversitesi Ebelik ve Hemşirelik bölümlerinde okuyan toplam 1389 öğrenci katılmıştır. Veriler “Kişisel Bilgi Formu”, “Kadına Uygulanan Şiddete İlişkin Tutum Ölçeği” kullanılarak toplanmıştır. Araştırma araştırmacılar tarafından çalışmaya katılmayı kabul edenlere anket yöntemiyle uygulanmıştır.Bulgular: Öğrencilerin %33.3’ü ebelik, %66.6’sı hemşirelik bölümündedir. Öğrencilerin %61.1’i şiddete tanık olduğunu, %26.2’si anne babaları tarafından şiddete uğradıklarını, en fazla aile içinde psikolojik şiddet (%49.0) gördüklerini belirtmişlerdir. Öğrencilerin %57.2’si derslerde şiddettin işlendiğini, %65.4’ü şiddete uğrayan kadına yaklaşımda bulunamayacağını belirtmektedir. Hemşirelik bölümünde okuyan, 1. sınıf, erkek, geniş ve parçalanmış ailede yaşayan, anne babası okuryazar olmayan, köyde yaşayanların şiddete ilişkin tutumunda gelenekselliğin arttığı belirlenmiştir. Şiddete tanık olanların olmayanlara göre çağdaş görüşe yaklaştığı saptanmıştır. Sonuç: Şiddete tanık olan öğrencilerin kadına yönelik uygulanan şiddete ilişkin tutumlarının çağdaş görüşe yaklaştığı belirlenmiş, öğrencilerin yarısından fazlası şiddete uğramış kadına yaklaşımda bulunamayacağını belirtmiştir. Geleceğin ebe/hemşirelerine eğitim süreçlerinde kadına yönelik şiddet konularının işlenmesi, duyarlılık ve bilgilendirme eğitimleri yapılması önemlidir.Öğe Elektronik Fetal Monitorizasyon Sonucunun Apgar Skor Sistemi Değeriyle Karşılaştırılması(2019) Demirel, Gülbahtiyar; Dağlar, Gülseren; Bilgiç, DilekAmaç: Çalışma, vajinal doğumdan önceki sonçekilen EFM sonucuyla doğumdan sonrayenidoğanın Apgar skorlama sisteminin değerinikarşılaştırmak amacıyla yapılmıştır.Gereç ve Yöntem: Bu çalışma Kasım 2014-Mayıs2015 tarihlerinde Sivas Devlet Hastanesi’ndeyapılmıştır. Örneklemi araştırma kriterlerine uyan 485kadın oluşturmuştur. Veriler 15 soruluk anket formukullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesiSPSS (14.0) paket programında ortalama, standartsapma, yüzde, t testi ve ki-kare testi kullanılmış,istatistiksel anlamlılık p<0.05 olarak kabul edilmiştir.Bulgular: Reaktif EFM sonucuna göre 1. dakikaApgar skoru ortalaması 7,81±0,63 iken, 5. dakikaApgar skoru ortalaması 9,26±0,68’dir (p<0.05).Nonreaktif EFM sonucuna göre 1. dakika Apgarskoru ortalaması 6,61±0,60 iken, 5. dakika Apgarskoru ortalaması 8,32±0,62’dir (p<0.05).Sonuç: Vajinal doğumdan önce son çekilen EFMsonucu reaktif olduğunda yenidoğanın Apgar skorudeğeri yüksek iken nonreaktif olduğunda Apgar skordeğerinin düşük olduğu belirlenmiştir.Öğe Fertilite Farkındalığının Önemi ve Ebenin Sorumlulukları(Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2023) Hasbek, Özge Kocaarslan; Dağlar, GülserenFertilite (doğurganlık) kavramı, üreme yeteneğine sahip olabilme anlamında gelmekte ve pek çok faktör fertiliteyi etkilemektedir. Çocuk sahibi olup olmama, ne zaman ve nasıl olacağına dair kararlar bireysel tercihlerdir ve bu alandaki tercihler doğru bilgiye sahip olmaya dayanmaktadır. Günümüzde dünya genelinde fertilite ile ilgili farkındalık düzeyinin düşük olduğu belirtilmektedir. Sağlık hizmetlerinin sunumunda ekip içerisinde önemli bir yere sahip olan ebelere, bireylere fertilite farkındalığı kazandırmada büyük sorumluluklar düşmektedir. Ebe; doğurgan çağdaki bireylerin, bireysel özellikleri ve doğurganlığı etkileyen faktörler hakkında veri toplamalı, fertilite farkındalık düzeylerini belirlemeli, bilgi gereksinimlerini saptamalı ve gereksinim duydukları konularda planlı öğretimler yapmalıdır. Bu derlemenin amacı; fertilite ile fertilite farkındalığı kavramlarını ve etkileyen faktörleri açıklamak, bireylere fertilite farkındalığı kazandırmanın önemine ve ebelerin sorumluluklarına dikkat çekmektir.Öğe Gebelik ve doğum sonrası dönemde anne-bebek bağlanma düzeyi ve etkileyen faktörler(Cumhuriyet Üniversitesi, 2014) Dağlar, Gülseren; Nur, NaimBu çalışma gebelik ve doğum sonrası dönemde anne-bebek bağlanma düzeyini ve bunu etkileyen faktörler ile gebelikteki bağlanma düzeyi ile doğum sonrası dönemdeki bağlanma düzeyi arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla yapılmıştır.Kesitsel tipte tanımlayıcı bir araştırmadır.Araştırma 1 Mart-1 Eylül 2013 tarihlerinde basit rastgele örnekleme yöntemiyle seçilen farklı sosyo-ekonomik yapıya sahip 12 mahallede 227 gebe ile ev ziyareti şeklinde yapılmıştır.Araştırma bulgularımıza göre, gebelerin Prenatal Bağlanma Envanteri puan ortalaması 57.1±11.5, doğum sonrası Anne-Bebek Bağlanma Ölçeği puan ortalaması da 1.2±1.5 olarak belirlenmiş, Beck Anksiyete Envanteri puan ortalaması gebelikte 19.2±10.1 iken doğum sonrası 11.8±8.2 olarak saptanmıştır. Kadınların %50.7'sinin gebelik dönemi, %36.6'sının da doğum sonrası Epidemiyolojik Araştırmalar Merkezi Depresyon Skalası puanı 16 ve üzerinde bulunmuştur. Gebelik ve doğum sonrası depresyon düzeyi ile doğum sonrası anne-bebek bağlanması arasında negatif bir ilişki olduğu (sırasıyla r=0.174, p=0.009; r=0.221, p=0.001) saptanmıştır. Gebelikteki anksiyete düzeyi ile prenatal ve doğum sonrası anne-bebek bağlanma düzeyi arasında ilişki olmadığı, doğum sonrası anksiyete düzeyi ile doğum sonrası anne-bebek bağlanma düzeyi arasında ise negatif bir ilişki belirlenmiştir (r=0.151, p=0.023). Prenatal bağlanma düzeyi arttıkça doğum sonrası anne-bebek bağlanma düzeyinin de arttığı saptanmıştır. Stresle başa çıkmada kendine güvenli yaklaşım tarzını kullanma ile kadınların gebelik dönemi bağlanma düzeyi arasında pozitif ilişki belirlenmiştir (r=0.299, p=0.000). Kadınların iyimser yaklaşım tarzını kullanmaları ile gebelik dönemi ve doğum sonrası anne bebek bağlanma düzeyleri arasında da pozitif ilişki saptanmıştır (sırasıyla r=0.242, p=0.000; r=0.167, p=0.012).Sonuç; gebelik dönemindeki anksiyete ve depresyon düzeyi doğum sonrası döneme göre daha yüksektir. Gebelik ve doğum sonrası depresyon düzeyi ile doğum sonrası anksiyete düzeyi doğum sonrası anne-bebek bağlanmasını olumsuz etkilemektedir. Prenatal bağlanma düzeyi arttıkça doğum sonrası bağlanma düzeyi de artmaktadır.Öğe GEBELİKTE DUYGULANIM BOZUKLUĞU(Kadın Sağlığı Hemşireleri Derneği, 2015) Dağlar, Gülseren; Nur, Naim; Bilgiç, Dilek; Kadıoğlu, MerveDuygulanım bozukluklarından anksiyete ve depresyona, erkeklere oranla kadınlarda ve özellikle doğurgan çağdakilerde sık olarak rastlanmakta ve gebelik ile birlikte bu sıklık gittikçe daha fazla artmaktadır. Fizyolojik ve psikososyal değişikliklerin yaşandığı bir dönem olan gebelik ve doğum süreci, aynı zamanda kaygı ve strese yol açan birçok etkenle karşılaşma riskinin de yüksek olduğu bir dönemdir. Bebeğin sağlık durumu ve doğumda ortaya çıkabilecek bir takım risklerin bebeğe zarar verme ihtimali gibi fetusa odaklı düşünceler anneyi strese sokar ve kaygılandırır. Gebelerde kaygının artması depresif semptomlara yol açabileceği gibi depresyonun olması da gebenin endişesinin, anksiyetesinin artmasına neden olabilmektedir. Gebelikte en yaygın olarak görülen duygulanım bozukluğu olan depresyonun postpartum dönemde de devam etmesi durumunda sadece anneye zarar vermekle kalmayıp çocuğunun ileriki yaşamını da olumsuz etkileme riskini beraberinde taşımaktadır. Bu nedenle gebelik depresyonunu önlemedeki ilk adım önleyici girişimlerin yapılabilmesi için risk altındaki kadınların belirlenmesidir. Hafif ve orta düzeydeki depresyon belirtilerine yönelik yaklaşımda ilk seçenek olarak psikoterapi ve psiko-eğitim, daha ağır formlarda ise ilaç kullanılması seçeneği devreye girmektedir. Gebelik ve doğum sonu sürecin sağlıklı geçirilmesinde, bebeğin ve ailenin diğer üyelerinin sağlıklı bir yaşam sürmelerinde başta ebe, hemşire ve hekim olmak üzere sağlık çalışanlarına önemli sorumluluklar düşmektedir.Öğe Gebelikte Risk Algısı(Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2023) Dağlar, Gülseren; Aksöz, NursemaRisk hem gelecekteki hem de şimdiki bir olayla ilgili zararlı sonuç meydana gelme ihtimalidir. Risk algısı, kişinin bir olayın olasılığına ilişkin beklentisi veya potansiyel zarar hakkındaki inançlarıdır ve kişiden kişiye değişiklik gösterebilmektedir. Riskler, algı ve beklentilerden etkilenen zihinsel bir yapıya sahiptir. Gebelikte de risk algısı çeşitli faktörlerden etkilenmektedir. Önceki deneyimler, gebeliğe uyum, riskin meydana geldiği dönem, sosyal destek kaynakları, bilgi eksikliği, gebelerin risklere ilişkin tutumları, tıbbi risk, psikolojik unsurlar, riskin klinik özellikleri, gebelik yaşı ve sağlık profesyonellerinin bakış açıları risk algısı düzeyini etkileyen faktörlerdir. Sağlık profesyonelleri etkili araçlar kullanarak gebelerin risk algısını ve gebeliğin komplikasyonlarını değerlendirerek gebelik riskinin algılanmasında önemli rol oynamaktadır. Böylece gebe kadınların risk algısı belirlenerek gebelik sürecindeki sağlık davranışları iyileştirilebilmekte ve sağlık profesyonellerinin doğum öncesi bakım kalitesini artırabilecek risk boyutlarını belirlemesine yardımcı olmaktadır. Bu derlemenin amacı kadınların gebelikte algıladığı risk algısının önemini vurgulayarak sağlık profesyonellerinin farkındalıklarını geliştirmektir.Öğe Gebelikte teratojen enfeksiyonlara güncel yaklaşım(Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları EAH, 2018) Dağlar, Gülseren; Bilgiç, DilekGebelikte geçirilen enfeksiyonlar gebelik üzerine olumsuz etki oluşturmakla birlikte intrauterin enfeksiyonlar perinatal mortalite ve morbiditenin en önemli nedenleri arasında yer almaktadır. Teratojen enfeksiyonlar gebelik döneminde geçirildiğinde fetüste benzer klinik tablo oluşturduğundan birlikte değerlendirilmektedir. Bu enfeksiyonları ayrıca önemli kılan bir durum da gebede asemptomatik seyrettiği halde fetüste ileri düzeylerde sekellere neden olmasıdır. Gebeliğinde enfeksiyon yaşayan kadınların ve fetüslerin ise enfeksiyonun tanılanması, gebeliğin yönetimi, anneden fetüse bulaşın önlenmesinde hem doğumun hem de sonraki bakımın güvenli biçimde gerçekleştirilebilmesi için bakımın kaliteli olması, gereksiz uygulamalardan kaçınılması, rutin uygulamada olmayan fakat yararı kanıtlanmış uygulamaların işlevselliğinin arttırılması, yarar sağlamayan uygulamaların kullanımından kaçınılması ancak kanıt temelli güncel yaklaşımlarla sağlanabilir. Bu derlemede gebelikte enfeksiyon hastalıklarında uygulanan girişimler (aşılama, serolojik tarama ve tanı ve tedavi) literatürde yer alan randomize çalışmalar, meta-analiz ve sistematik derleme sonuçları ile tartışılacaktır.Öğe İnfertil kadınlarda fertilite yaşam kalitesinin ve etkileyen faktörlerin belirlenmesi(2024) Dağlar, Gülseren; Bilgiç, Dilek; Çakır, DemetAmaç: Araştırmada, infertil kadınlarda fertilite yaşam kalitesi ve etkileyen faktörleri belirlemek amaçlanmıştır. Yöntemler: Kesitsel olarak gerçekleştirilen çalışmanın örneklemini bir Eğitim ve Araştırma Hastanesinde kadın doğum polikliniklerine başvuran 172 infertil kadın oluşturmuştur. Veriler; Kişisel Bilgi Formu ve Fertilite Yaşam Kalitesi Ölçeği/Fertility Quality of Life Questionnaire (FertiQol) kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: Kadınların %67,4’ü primer %32,6’sı ise sekonder infertilite tanısı almış olup %54,1’inin infertilite nedeni kadın kaynaklıdır. FertiQol ölçeği toplam puan ortalaması 71,62±10,92; çekirdek modülü puan ortalaması 68,19±14,36; tedavi modülü puan ortalaması da 65,38±11,50’dir. Primer infertil kadınların, tedavi modülünün genel toplam ve tedavi çevresi alt boyutu puanı daha yüksek bulunmuştur (p<0,05). FertiQol ölçeği toplam puanını eğitim durumu, eş ile akrabalık durumu, kronik hastalık varlığı ve evlat edinmeyi düşünme etkilemiştir (p<0,05). Lise mezunu olan, eşiyle akrabalığı olmayan, kronik hastalığı olan ve evlat edinmeyi düşünmeyenlerin FertiQol ölçeği toplam puanı daha yüksektir. Yapılan regresyon analizinde kronik hastalık varlığının FertiQol toplam puanı üzerinde olumsuz etkiye sahip olduğu saptanmıştır. Sonuç: İnfertil kadınların FertiQol ölçeği genel puan ortalaması ortalama düzeyin üzerinde olup tedavi modülü puan ortalaması çekirdek modülü puan ortalamasından daha düşüktür. Kronik hastalık varlığı fertilite yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. Ebe/hemşire infertil kadınlara bakım verirken tedavi sürecinin kadının fertilite yaşam kalitesine etkisini değerlendirmelidir. İnfertil kadınların yaşam kalitesini artırmak için bütüncül yaklaşımla bakım verilmesi ve kronik hastalığı olan infertil kadınların yaşam kalitesinin yükseltilmesine yönelik eğitim programlarının düzenlenmesi önerilebilir.Öğe KADINLARDA ÜRİNER İNKONTİNANS VE DAMGALANMA(Sivas Cumhuriyet University, 2019) Boylu, İmran; Dağlar, GülserenÖzet: Üriner inkontinans, dünyada ve ülkemizde kadınların erkeklerden daha çok yaşadığı, yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen, tıbbi olduğu kadar sosyal bir problemdir. Yaşamı tehdit eden bir sorun olmasa da devamlı istemsiz miksiyon ve irritasyona bağlı rahatsızlık, bireye sıkıntı vermektedir. Ayrıca inkontinans utanma, kirlilik ve yetersizlik duygusu hissettiren bir durum olduğundan toplum tarafından damgalanma korkusu nedeniyle semptomları inkâr duygusu ön planda olabilir. Bu inkar duygusu kadınlarda üriner inkontinans tedavisine başlamada ve sürdürmede isteksizliğe, sosyal izolasyona ve utanma duygusu yaşamaya neden olmaktadır. İnkontinanslı bireydeki idrar kokusunu başka bir kişinin algılaması, kişinin durumunu idare etmedeki başarısızlığı şeklinde toplumsal yargılara yol açmaktadır. Damgalanma algısı, ruhsal nedenlerle kendini toplumdan soyutlamaya ve davranışsal kaçınmaya, toplumsal ilişkilerde arkadaş edinme ve sürdürmede güçlüklere, hastaların daha az sosyal destek almalarına neden olarak iyileşme süreçlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Damgalamanın önlenebilmesi için toplumsal bilinci artırmak gerekmektedir. Ebelerin kadınlara daha yakın olmaları ve toplum içinde her düzey sağlık kuruluşunda görev yapmalarından dolayı kadınlar sağlık sorunlarını ebelerle daha fazla paylaşabilmektedir. Öncelikle ebeler inkontinansta yaşanan semptomların farkında olmalı, tanı konulduğunda hastalığın yaşam kalitesi üzerindeki etkisine karşı duyarlı olmalı, durumun sosyal ve emosyonel boyutunu göz ardı etmemeli ve hastasına bütüncül yaklaşım içerisinde bakım vermelidir. Bu bağlamda bu derlemenin amacı üriner inkontinansın kadının yaşamı üzerindeki olumsuz etkisine ve özellikle sosyal damgalanmaya dikkatleri çekerek sağlık çalışanlarının özellikle ebelerin inkontinansta damgalanmaya ilişkin farkındalıklarını geliştirmektir.Öğe Kadınlarda Fertilite Farkındalığının ve Fertiliteyi Etkileyen Yaşam Biçimi Davranışlarının Belirlenmesi(Ataturk University, 2024) Hasbek, Özge Kocaarslan; Dağlar, GülserenAmaç: Araştırmada kadınlarda fertilite farkındalığının ve fertiliteyi etkileyen yaşam biçimi davranışlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırma kesitsel tanımlayıcı tiptedir. Örneklemi, Ağustos-Ekim 2022 tarihleri arasında Sivas Akıncılar İlçe Aile Sağlığı Merkezine başvuran, 20-49 yaş aralığında ve araştırmaya katılmayı kabul eden 305 kadın oluşturmuştur. Veriler Kişisel Bilgi Formu, Fertilite Farkındalık Ölçeği (FFÖ) ve Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği-II (SYBDÖ-II) ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; tanımlayıcı istatistik analizi, tek yönlü varyans analizi, bağımsız gruplarda t testi, ki-kare testi ve pearson kolerasyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Kadınların yaş ortalaması 36,41±7,85 dir. FFÖ puan ortalaması 64,17±11,63; bedensel farkındalık ortalaması 36,46±6,82; bilişsel farkındalık ortalaması 27,71±6,30’dur. Kadınların %59,6’sı orta, %36,1’i yüksek, %4,3’ü düşük düzeyde fertilite farkındalığına sahiptir. SYBDÖ-II toplam puan ortalaması 132,84±21,16, manevi gelişim 27,17±4,32, sağlık sorumluluğu 21,55±5,02, fiziksel aktivite 15,68±4,98, beslenme 21,90±3,96, stres yönetimi 20,49±3,82, kişiler arası ilişkiler 26,06±4,61’dir. FFÖ ve SYBDÖ-II toplam ve alt boyut puan ortalamaları orta düzeyde bulunmuştur. FFÖ ile SYBDÖ-II toplam ve alt boyut (manevi gelişim, sağlık sorumluluğu, beslenme, kişiler arası ilişkiler, stres yönetimi) puanları arasında orta düzeyde, pozitif yönlü, anlamlı; fiziksel aktivite arasında ise çok düşük düzeyde, pozitif yönlü, anlamlı ilişki saptanmıştır (p< ,05). Sonuç: Kadınların fertilite farkındalık düzeyi ve sağlıklı yaşam biçim davranışları orta düzeydedir. Kadınlar en yüksek manevi gelişim en düşük fiziksel aktivite davranışına sahiptir. Fertilite farkındalık düzeyi arttıkça sağlıklı yaşam biçimi davranışları artmaktadır. Bu sonuçlar doğrultusunda kadınlara fertilite farkındalığı ve fertiliteyi etkileyen yaşam biçimi davranışları hakkında eğitim ve danışmanlık yapılması önerilmektedir.Öğe Kadınlarda Üriner İnkontinans ve Damgalanma(Sivas Cumhuriyet University, 2020) Boylu, İmran; Dağlar, GülserenÜriner inkontinans, dünyada ve ülkemizde kadınların erkeklerden daha çok yaşadığı, yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen, tıbbi olduğu kadar sosyal bir problemdir. Yaşamı tehdit eden bir sorun olmasa da devamlı istemsiz miksiyon ve irritasyona bağlı rahatsızlık, bireye sıkıntı vermektedir. Ayrıca inkontinans utanma, kirlilik ve yetersizlik duygusu hissettiren bir durum olduğundan toplum tarafından damgalanma korkusu nedeniyle semptomları inkâr duygusu ön planda olabilir. Bu inkar duygusu kadınlarda üriner inkontinans tedavisine başlamada ve sürdürmede isteksizliğe, sosyal izolasyona ve utanma duygusu yaşamaya neden olmaktadır. İnkontinanslı bireydeki idrar kokusunu başka bir kişinin algılaması, kişinin durumunu idare etmedeki başarısızlığı şeklinde toplumsal yargılara yol açmaktadır. Damgalanma algısı, ruhsal nedenlerle kendini toplumdan soyutlamaya ve davranışsal kaçınmaya, toplumsal ilişkilerde arkadaş edinme ve sürdürmede güçlüklere, hastaların daha az sosyal destek almalarına neden olarak iyileşme süreçlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Damgalamanın önlenebilmesi için toplumsal bilinci artırmak gerekmektedir. Ebelerin kadınlara daha yakın olmaları ve toplum içinde her düzey sağlık kuruluşunda görev yapmalarından dolayı kadınlar sağlık sorunlarını ebelerle daha fazla paylaşabilmektedir. Öncelikle ebeler inkontinansta yaşanan semptomların farkında olmalı, tanı konulduğunda hastalığın yaşam kalitesi üzerindeki etkisine karşı duyarlı olmalı, durumun sosyal ve emosyonel boyutunu göz ardı etmemeli ve hastasına bütüncül yaklaşım içerisinde bakım vermelidir. Bu bağlamda bu derlemenin amacı üriner inkontinansın kadının yaşamı üzerindeki olumsuz etkisine ve özellikle sosyal damgalanmaya dikkatleri çekerek sağlık çalışanlarının özellikle ebelerin inkontinansta damgalanmaya ilişkin farkındalıklarını geliştirmektir.