Yazar "Çelik, Ahmet" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 8 / 8
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Ebû Abdullah Muhammed b. Yûsuf es-Senûsî’nin Kelâm anlayışı(Cumhuriyet Üniversitesi, 2015) Çelik, Ahmet; Baktır, MehmetEbû Abdullah Muhammed b. Yûsuf es-Senûsî Mağrib Eş'arîliğinin önemli bir temsilcisidir. Mağrib'de önemli bir ilim merkezi olan Cezayir'in Tilimsân kentinde 832/1428 yılında dünyaya gelen es-Senûsî, hayatının büyük kısmını bu şehirde geçirmiş ve yine bu kentte, 895/1490 yılında dünyaya gözlerini yummuştur. Bu araştırma, onun kelâm anlayışını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Giriş bölümünde araştırmanın konusu, amacı, yöntemi ve kaynakları ortaya konulduktan sonra es-Senûsî'nin hayatı ve ilmî şahsiyeti hakkında bilgi verilmiştir. Araştırmada tipsel yöntem olarak bilinen yöntem kullanılmıştır. Tipsel yöntemde grubun içerisindekiler kuvvetli çizgilerle belirlenmektedir. Bu açıdan araştırmanın birinci bölümünde es-Senûsî'nin yaşadığı dönem ve kelâm geleneğindeki yeri belirlenmiştir. Onun yaşamış olduğu Mağrib coğrafyası ve kelâm tarihindeki yeri; ayrıca es-Senûsî'nin bu coğrafyada kelâm tarihi açısından konumu tipsel yöntemin içerisinde değerlendirilmiştir. İkinci bölümde es-Senûsî'nin kelâm anlayışının metodolojik temelleri ortaya konmuştur. Bu temeller kelâm ilmine yaklaşımı, bilgiye bakışı ve izlediği istidlâl yöntemleri şeklinde belirlenmiştir. Üçüncü bölümde bir kelâmî anlayışın sınırlarını ortaya koyan akıl, nakil ve bunların birbirlerine karşı konumları incelenmiştir. Bu incelemede es-Senûsî'deki aklın ve naklin mahiyeti, bunların kullanım şekilleri örnekleriyle ortaya konmuş; ardından onun kelâm anlayışının niteliği belirlenmiştir. Bu yapılırken bir mütekellimin kelâm anlayışını belirten te'vil, tefsir, hüsün-kubuh gibi sistematik kelâm konuları, es-Senûsî açısından değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Anahtar Sözcükler: Ebû Abdullah Muhammed b. Yûsuf es-Senûsî, Kelâm Anlayışı, Duraklama Dönemi Eş'arîlik, Mağrib, Metodolojisi, Akıl ve Nakil İlişkisi.Öğe Gazzâlî’nin Mûcizeye Yaklaşımının Tehâfütü’l-Felâsife Bağlamında Kuantum Kuramı Açısından Değerlendirilmesi(Mehmet BULĞEN, 2024) Kocabaş, Ayşe; Çelik, AhmetKlasik fizik anlayışını değiştiren kuantum kuramı, bilimsel sahada ilk defa ortaya çıkan indeterminizm olması bakımından felsefe ve teoloji alanlarında da büyük etkiler meydana getirmiştir. Evrene yönelik yeni bir bakış açısı sunan bu kuram, tarihte çığır açarak yepyeni bir dönemi başlatmıştır. Devrim niteliğindeki kuantum kuramı, yirminci yüzyılın en önemli entelektüel başarılarındandır. Atom ve atom altı sistemleri inceleyen kuantum kuramı Max Planck’in kuantum hipoteziyle başlamış, kuramın temel prensipleri yine onun tarafından ortaya konulmuştur. Kuantum kuramı; hiçbir kesinliğin olmadığı, nesnelerin ölçüm yapılıncaya kadar hiçbir özelliğinin bulunmadığı sıradışı bir dünyayı betimlemektedir. Kuantum dünyası; parçacıkların uzayda sürekli şekilde bir var olup bir yok olduğu, bir nesnenin aynı anda evrenin her yerinde bulunabildiği ve bir duvarın içinden rahatlıkla geçebildiği, iki cismin galaksiler arası uzaklıkta bile ışık hızından çok daha hızlı ve anlık bir iletişim hâlinde olabildiği tuhaflıklarla doludur. Bütün bunlar tamamen bilimsel olup gerçek sonuçları ve uygulamaları hem mikrodünyada hem de makro dünyada mevcuttur. Kuantum yasaları hiçbir yasanın edilmediği kadar test edilmiş ve bunlardan istisnasız geçmiştir. İslam düşüncesinde önemli bir yeri olan Gazzâlî, mûcizeyi nedensellik bağlamında tartışmıştır. Mûcizeyi âdetullah teorisi üzerine temellendirerek zorunlu nedenselliği reddetmiştir. Ona göre varlıklar özsel niteliklere sahip değildir, onları da aralarındaki ilişkileri de yaratan hakîkî fail olan Allah’tır. Dolayısıyla onların aralarında gerçekleşen neden-sonuç ilişkisi zorunlu değildir. Bu ilişkideki kuralları koyan da değiştirebilecek olan da Allah’tır. Neden-sonuç ilişkisindeki genel kurallar âdetullah, kurallardaki istisnâî değişiklikler ise mûcizelerdir. Gündelik yaşamdaki genel geçer kurallar (âdetullah) işlemekte olup bilim vs. bu kurallara göre yapılır. Mûcizenin gerçekleşmesi ise düşük bir ihtimal olarak her zaman vardır. Gazzâlî’nin, zorunlu nedenselliğin geçersizliğini ispat bağlamında getirdiği ateşin pamuğu yakması örneğinde ateş ile yanma arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Başka bir deyişle ateşin özsel bir yakma özelliği bulunmamaktadır. Ona göre bunların kaynağı tamamen Allah’tır ve esasen âdetullah dışında -zıtların bir arada bulunması gibi muhaller hariç- her türlü ihtimal mevcuttur. Gazzâlî’nin bu görüşleri, günümüz kuantum kuramının neden-sonuç ilişkisine dair verileriyle uyum içindedir. Kuantum kuramına göre de maddenin en küçük yapı birimi olan temel parçacıkların farklı özsel nitelikleri bulunmamaktadır. Onların dünyasında dolayısıyla tüm evrende belirsizlik hakimdir. Her parçacık her an evrenin her yerindedir. Bu belirsizlikler ancak gözlemci etkisiyle/ölçümle belirlenir, böylece varlıklar ve olaylar oluşur. Bu oluşta her türlü ihtimal mevcutken gözlemci etkisi/ölçüm, bunu tek ihtimale düşürür. Kuantum kuramına göre gündelik yaşantıdaki yani makro âlemdeki alışılagelen klasik fizik kurallarının işleme sebebi, olasılıklarının çok yüksek olmasıdır. Fakat çok düşük ihtimalle de olsa sıra dışı ya da tabiat dışı olayların meydana gelmesi mümkündür. Bu ise mûcizelerin imkanını göstermektedir.Öğe II. MUSTAFA’NIN MÜCEDDİD İLAN EDİLMESİ VE TECDİD HADİSİNİN SİYASİ AMAÇLI KULLANIMI(2024) Çelik, AhmetTecdid ya da müceddid hadisi olarak meşhur olmuş bir hadisinde Peygamber Efendimiz, Allah’ın her yüzyılda bir kişiyi dini yenilemek üzere göndereceğini buyurmuştur. Peygamberimizden sonraki yüzyıllarda bu kişinin kim olacağına dair çeşitli isimler ortaya çıkmıştır. Osmanlı devletinde Şeyhülislâm Feyzullah Efendi, kendi dönemindeki müceddidin Padişah II. Mustafa olduğunu iddia etmiş ve bu konuda Arapça bir risale yazmıştır. Bu çalışmada söz konusu risalenin tercümesi yapılmış ve Osmanlı dönemi din-siyaset ilişkisine dair veriler oluşturulmuştur. II. Mustafa’nın şehzade hocası olan Feyzullah Efendi, onun tarafından Şeyhülislamlık makamına getirilmiştir. Ayrıca Sultan diğer devlet ricali içinde ona ayrı bir konum ayırmıştır. Feyzullah Efendi görev alanı dışındaki birçok konuda söz hakkına sahip olmuştur. II. Mustafa yirmi ikinci Osmanlı Sultanı ve seksen yedinci İslam Halifesidir. Her ne kadar Feyzullah Efendi’nin risalesini yazdığı dönem II. Mustafa’nın bazı başarılarının olduğu bir periyodu olsa da bu başarılar bir müceddid olarak nitelendirilmeyi hak edecek kadar büyük faaliyetler olarak görülmemelidir. Dolayısıyla bu çalışmada Feyzullah Efendi’nin, II. Mustafa’yı yapıp ettiklerinden çok kendisine sağladığı imtiyazlar nedeniyle müceddid ilan ettiği izlenimine varılmıştır. Tarih boyunca Sünnete ittiba ve bid’atlerden uzak durma âlimlerce üzerinde çokça durulmuşken “müceddid” meselesi üzerinde âlimlerin ittifak ettiği ortak kurallar bulunmamaktadır. Çoğu zaman ilim adamlarının bu makama layık görüldüğü durumlar olmakla birlikte yöneticilerin de bu halkaya dahil edildiği dönemler olmuştur. Kendini müceddid ilan eden isimlerde genelde bu görevin kendilerine Allah tarafından verildiğine dair söylemler bulunmaktadırlar. Bu anlamıyla çalışmanın, müceddid kavramını Müslüman bir coğrafya olan Osmanlı devletinde örneklendirmesi açısından bu kavramın anlaşılmasına katkı sunması beklenmektedir.Öğe Increased frequency of occurrence of bendopnea is associated with poor outcomes in heart failure outpatients(Taylor&Francis, Ekim 2021) Kaya, Hakkı; Şahin, Anıl; Güneş, Hakan; Bekar, Lütfü; Çaldır, Vedat; Çelik, Ahmet; Çavuşoğlu, Yüksel; Yılmaz, Mehmet Birhan; Güngör, HasanBackground: Relationship between the frequency of occurrence of bendopnea during the daily life of heart failure (HF) outpatients and clinical outcomes has never been evaluated before. Methods: Turkish Research Team-Heart Failure (TREAT-HF) is a network between HF centres, which undertakes multicentric observational studies in HF. Herein, the data including stable 573 HF patients with reduced ejection fraction out of seven HF centres were presented. A questionnaire was filled by the patients, with the question 'Do you experience shortness of breath while tying your shoelace?', assessing the presence and frequency of bendopnea. Results: To the question related to bendopnea, 48% of the patients answered 'yes, every time', 31% answered 'yes, sometimes', and 21% answered 'No'. Patients were followed for an average of 24 ± 14 months, and the patients who answered 'yes, every time' and 'yes, sometimes' to the bendopnea question were found having increased risk for both HF-related hospitalisations (HR:3.2, p < .001- HR:2.8, p = .005) and composite outcome consisting of 'HF-related hospitalisations and all-cause death in the multi-variate analysis (HR:3.1, p < .001- HR:3.0, p < .001). Kaplan Meier analysis for HF-related hospitalisation, all-cause death, and the composite of these were provided for these three groups, yielding significant and graded divergence curves with the best prognosis in 'no' group, with the moderate prognosis in 'sometimes' group, and with the worst prognosis in the 'every time' group. Conclusion: For the first time in the literature, our study shows that the increased frequency of bendopnea occurrence in daily life is associated with poor outcomes in HF outpatients.Öğe Mağrib’de Dînî Düşüncenin Gelişimi ve Muhammed b. Yusuf es-Senûsi(İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi, 2019) Çelik, AhmetMağrib, geneli itibariyle günümüzde Eş’arî inanç ekolünü benimsemiştir. Bu kabulün başlangıcı ve kökleşmesinde Muhammed b. Yûsuf es-Senûsî’nin katkıları önemlidir. Senûsî’nin bu etkisini anlamak için Mağrib’e, yani Kuzey Afrika’nın onun özelinde gelişimine bakmak gerekir. Senûsî, Mağrib coğrafyasında 832-895/1428-1492 yılları arasında, Cezayir’in Tilimsan kentinde, Abdülvâdîler devletinin himayesinde yaşamıştır. Abdülvâdîler, Merînîler ve Hafsîler devletleriyle bölgede Muvahhidlerin Eş’arî anlayışını devam ettirmeye çalışmışlardır. Muvahhidler ise Murabıtların katı dini anlayışına karşı Eş’arî mezhebini bölgede yayan bir devlet olmuştur. Senûsî de Muvahhidlerden gelen bu Eş’arî yapıyı bölgede kökleştiren isim olmuştur. Öyle ki Mağrib bu çabalar sayesinde bugün dahi Eş’arî inanç ekolünü benimsemiştir. Bu makalede Senûsî’nin yaşadığı bölge, siyasî ve kültürel açıdan Senûsî özelinde ele alınacaktır. Ayrıca Eş’arîliğin Senûsî devrine kadar olan gelişimi de değerlendirilecektir. Böylece Mağrib’in dînî düşüncesi ile Senûsî’nin bu düşüncedeki etkisi ortaya çıkarılmaya gayret edilecektir.Öğe Muhammed Abduh’un Hikmet Kavramına Yaklaşımı(2023) Ataman, Buket; Çelik, AhmetMuhammed Abduh, yeni ilm-i kelâm döneminde Mısır coğrafyasında yaşamış önemli bir düşünürdür. Yazmış olduğu eserler ile İslam düşüncesine katkıda bulunmuştur. O, İslâm düşünce dünyasına yeni aklî bakış açısı kazandırmak istemiştir. Dinin ilmî ve aklî hakikatlerine ulaşmayı amaçlamıştır. Bu minvalde o, çağdaş bilim anlayışına ve verilerine önem vermiştir.Abduh, akıl ve ilim arasındaki ilişkinin önemini vurgulayarak dinin rolünü etkin hale getirmeyi hedeflemiştir. Çünkü ilerleyen zamanla birlikte 19. yüzyıl dünya şartları ve düşünceyapısı haylideğişmiştir. O, bu amaçla Batı dünyasının İslam’a yönelik felsefî cereyanlarına vebâtıl akımlarına karşı söylemler geliştirmiştir. Abduh, geliştirmiş olduğu söylemlerinde“Hikmet” kavramınıbir yöntem olarak kullanmıştır.O, mevcut asırda özellikle batıda gelişen mutlak akılcı ve determinist bilim anlayışı karşısında İslam’ı hikmet kavramıyla anlatmanın uygun olacağını düşünmüştür. Abduh, Müslümanların eğitim, bilim, teknoloji, ekonomi, sosyo-psikolojik vs. tüm alanlarda söz sahibi olmasını istemiştir. Abduh bu hedeflerini gerçekleştirmek, dîni düşünce yapısını ihya etmek vecanlandırmak için mücadele etmiştir. Allah Teâla’nın fiilleri, mahlûkatı, dinin maksatları üzerinde düşünmek için hikmeti bir araç ve metot olarak kullanmıştır. Bunun için o,klasik kelâmdaki gibi Allah’ın zatı ve sıfatları hakkında detaylarda saplanıp kalmaktan yahut teorik tartışmalara girmekten ziyade farklıbir yöntem tercih etmiştir. Bu amaçlaAbduh, mahlûkat üzerinde tefekkürün, nasların hikmet ve maksatları üzerinde düşünmenin önemine vurgu yapmıştır. Onun düşünce dünyasında Kur’an’ın ruhuna uygun ve isabetli yorumlar yapma, varlıkların özündeki manaları anlama, kâinatın yaratılmasındaki gayeleri bilme, insanların ihtiyacına uygun içtihatlar üretme hedeflenmiştir.İşte o bu hedefleri gerçekleştirmek için hikmeti uygun bir yöntem olarak düşünmüştür. Aynı zamanda Abduhhikmet vasıtasıyla getirdiği özgün yorumları ve akılcı yaklaşımlarıyla taklit ve taassup anlayışı ile mücadele etmeye çalışmıştır. Ona göre, sağlam bilgi olan hikmet, iradeye hâkim olarak insanı amele sevketmektedir. Hikmetin nazarî boyutu değil, insanı amele sevkeden pratik yönü üzerinde durmuştur. Onun perspektifinde hikmet ile insan, şeriatın asıl sırlarına vakıf olabilir. Çünkü dinin, amellerin hikmetini kavramak ve bunun da Allah’a itaat demek olduğunu, inanan kimse bilmelidir. Akl-ı selim aracılığı ile İslam düşüncesinde içtihat kanalları tekrar canlandırılabilir. Böylece insan,tabiattaki sebep sonuç ilişkisini hikmet vasıtası ile doğru anlamlandırarak, her şeyin ilk yaratıcısına, bütün sebeplerin ilk sebebine doğru yol almaktadır. Sebeplilik ilkesine önem veren Abduh, gök cisimlerinin durumlarından modern kozmolojik örneklerden hareketle sebep sonuç ilkesine dikkat çekmiştir.O bu söylemi ile doğa yasalarındaki nedenselliği, düzeni ve kurallarıdesteklemiştir. Dolayısıyla rastlantılara, efsanelere, gizemlere pâye vermemişhikmet ile bilim arasındaki ilişkiyi vurgulamıştır. Evrende hâkim olan biricik düzenin arkasındaki sebep ve güç benimsenmiş, hikmet dine ulaştıran bir vasıta olmuştur. Zira Kur’ân-ı Kerimve peygamberlertevhidin hikmetini ortaya koymak için gelmiştir.İnsan ibret alarak tevhide ulaşabilir. Hikmet ise ibretin yoludur. Bu yorumlarıyla Abduh’un hikmeti dini düşüncede bir yenilenme biçimi olarak kabul ettiği görülmektedir. Bu söylem, klasik kelâm hikmet söyleminden farklıdır. Çünkü klasik kelâm hikmet söylemi muhtelif teorik tartışmaları barındırmaktadır. Abduh isefarklı bir hikmet boyutunu ile ilahi fiillerde, yaratılanlar üzerinde tefekkürle, din ve bilim kardeşliği vurgusu ile Müslümanları batı karşısında yükseltmeyi hedeflemektedir.Öğe Mutezile açısından iman ekseninde günah ve tevbe(Cumhuriyet Üniversitesi, 2008) Çelik, Ahmet; Özdemir, MetinMutezile, İslam Kelamının oluşmasında önemli etkileri olan bir inanç ekolüdür. Ele aldığı konularda aklı ön plana alıp dini nassları bu çerçevede değerlendirmiş, kendi devrinde mevcut bulunan Mürci'î ve Haricî fikirleri eleştirmişlerdir.Mutezile mezhebinin oluşmasında mürtekib-i kebîre (büyük günah işleyen kişinin durumu) konusu önemli bir yere sahiptir. Şöyle ki, bir kişi Müslüman olduğu halde zina, katl gibi büyük günahlardan birini işlerse bu kişinin dini durumu nasıl değerlendirilecektir ? Bu soruya Mutezile, böyle bir kişinin ne mümin ne de kafir olacağı, ikisi arasında bir konumda yer alacağı cevabını vermiş ve tevbe etmeden ölürse cehennemde ebedî olarak kalacağını ileri sürmüşlerdir.Tevbe, Mutezile'ye göre işlenen günahın cezasını düşüren bir konuma sahiptir. Onlara göre küçük günahlar tevbesiz affedilebilir ama büyük günahlar tevbesiz asla affedilmez. Bu durum yani Allah'ın günahları tevbesiz affetmesi O'nun adaletine gölge düşürecektir. Çünkü Allah Kur'an'da va'd ve vaîdini hak olarak bildirmiştir. Allah'ın sözünden dönmesi ise mümkün değildir. Bu nedenle böyle bir kişinin hemen tevbe etmesi gerekir. Aksi halde ebedî cezadan kurtulamaz.Öğe Sistematik Kelam(Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2023) Çelik, AhmetKelâm ilmi dinin inanç alanı ile ilgilenir. İslam inancının İslam’ın ilk devirlerinden itibaren günümüze kadar akıl-nakil ilişkisi içerisinde ele alınış biçimi kelâm ilminin temel konusudur. Sistematik kelâm ise bu konuları belirli bir sistem içerisinde tarihsel gelişimine uygun olarak ele alan bir alt başlıktır. Elinizde bulunan bu kitap da Sistematik Kelâm türü kitaplara bir örnek teşkil etmektedir. Sistematik Kelâm kitabına öncelikle bu ilmin tanıtımı ile başlamanın uygun olacağından hareketle kelâm ilminin tarihsel serüveni ile başlamayı uygun gördük. Ardından Kelâm ilminde metodolojiyi ifade etmesi anlamında hükümler ve çeşitlerini, istidlâl ve yöntemlerini, varlık ve bilgi konularını vermeye çalıştık. Kitapta klasik kelâm konularının ele alınışı bu konuların ardından iman konusuyla devam etti. İman konusu imanın Müslüman olmanın ilk şartı olması ve ahkâmın bunun üzerine bina edilmesinden dolayı ana konularda ilk sırayı aldı. İmanın devamında Ulûhiyet ünitesi iki ünite şeklinde ele alındı. Ulûhiyet: “Marifetullah ve Allah’ın Sıfatları” ve “Allah’ın Varlığı ve Sıfatlar Etrafından Gelişen Konular”. Bu konunun iki üniteye dağılmış şekilde ele alınmasının sebebi, konunun kelâm ilminde en geniş hacmi tutan başlık olması nedeniyledir. Ulûhiyet ünitesinin ardından kaza-kader ünitesi, kulların ve Allah’ın fiillerinin ilişkisi ile birlikte Allah’ın sıfatlarının devamı olarak ele alınmıştır. Uluhiyet-kaza-kader ünitelerinin ardından nübüvvet, Melekler, ölüm ve ahiret, hilafet ve imamet üniteleri sırasıyla işlenmiştir. Böylece bu kitabın isminde bulunan sistematiği, hicri ikinci yüzyıldan itibaren gelişen bu ilmin ana konularının klasik kitaplarda bulunan şeklinin sentezi oluşturmaktadır. Kitap toplam on dört üniteden oluşmaktadır.