İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Kitap Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 43
  • Öğe
    Uluslararası Ahîlikte İş ve Ticaret Ahlâkı Sempozyumu
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2018) Tıraşçı, Mehmet; Akdoğan, Mustafa Said
    İlahiyat Fakültemiz yaklaşık bir yıl önce Mehdîlik ve Hz. Ömer gibi ilim dünyasında iz bırakan iki sempozyuma imza atmıştı. Aynı yıl içinde Ahilikte İş Ve Ticaret Ahlakı Sempozyumu ile üçüncü sempozyumumuzu gerçekleştiriyoruz. XIII. yüzyılda Anadolu'da görülmeye başlayan ve bir süre sonra Osmanlı Devleti'nin kurulmasında önemli rol oynayan dinî-içtimaî yapısıyla temelde Kur'an'a ve Hz. Peygamber'in sünnetine dayanan prensipleriyle İslâmî anlayışa doğrudan bağlı olan Ahîliğin, tasavvufta önemli bir yeri bulunan “uhuvvet”i hatırlatmasından dolayı da kolayca yayılması ve kabul görmesi mümkün olmuştur. Bu teşkilâtın Anadolu'da kurulmasında fütüvvet teşkilâtının büyük tesiri olmuştur. İslâm'ın ilk asrından itibaren görülmeye başlayan fütüvvet teşekkülleri içinde hicrî III. (IX.) yüzyıldan itibaren de esnaf birlikleri ortaya çıkmıştır. Fütüvvet, İslâm'ın yayılmasına paralel olarak Suriye, Irak, İran, Türkistan, Semerkant, Endülüs, Kuzey Afrika ve Mısır'da esnaf ve sanatkârlar arasında yaygınlaşmıştır. Bu millet, İslâmiyet'i kabul etmesi ve Anadolu'ya yerleşmelerinden itibaren fütüvvet ülküsünü benimsemiş ve kendisine özgü yiğitlik, cömertlik ve kahramanlık vasıflarıyla donanmış, İslâmî-tasavvufî düşünüş ve yaşayış, temel özelliği olmuştur. Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh (1180-1225) döneminde fütüvvetler tekrar canlandırılmış, Müslüman hükümdar ve emirler davet edilmiş, sürece girmeden özetleyecek olursak bu davetin müşahhas yansıması olarak Âhilik ortaya çıkmış, I. Gıyaseddin döneminde ilk defa kurulmuş, I. İzzeddin Keykavûs ve I. Alâeddin Keykubat döneminde de kuruluşunu tamamlamıştır. Özellikle I. Alâeddin Keykubad'ın büyük destek ve yardımıyla, bir taraftan İslâmî-tasavvufî düşünceye ve fütüvvet ilkelerine bağlı kalarak tekke ve zâviyelerde şeyh mürid ilişkilerini, diğer taraftan iş yerlerinde usta, kalfa ve çırak münasebetlerini ve buna bağlı olarak iktisadî hayatı düzenleyen Ahîliğin Anadolu'da kurulup gelişmesinde Şeyh Nasîrüddin Mahmûd'un yani Ahî Evran'ın büyük rolü olmuştur. Böylece Anadolu'da sanat ve ticaret erbabı arasında oldukça yaygınlaşmıştır. Âhiliğin Anadolu'da neden bu derece yaygınlaştığına kısaca göz atacak olursak; Ahîliğe girecek bir kimsenin vefâ, doğruluk, emniyet, cömertlik, tevazu, kardeşlerine nasihat, onları doğru yola sevketme, affedici olma, tövbe gibi dinî ve ahlâkî emirlere uyma; şarap içme, zina, yalan, gıybet, hile gibi kötü davranışlardan uzaklaşma zorunluluğu vardı.
  • Öğe
    Ahmedî Sempozyumu Bildirileri Kitabı
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2018) Yıldız, Alim
    Ahmedî ‚kurucu‛ ve ‚mütefekkir‛ şairdir. Âlimdir; ilmini şiir diliyle kayda almış, hayata, varlığa, bilgiye ve siyasete dair görüşlerini, bilgece tespitlerini ve tasavvurlarını kayda almıştır. Bu açıdan onu ölümsüz kılan eseri, İskender-nâme’dir. Bu eserine ilişkin değerlendirmeler yapacağız; ancak, öncelikle klasik şiir geleneğimizin kurucu metinlerinden olan Divan’ına dair birkaç hususu burada paylaşmak lazım. Divan şiirimizin ilklerinden olan bu Divan, Tunca Kortantamer ve Yaşar Akdoğan’ın çalışmalarına rağmen, henüz yayımlanmamıştır. Sadece şiirlerinden seçmeler yapılmış (Ankara 1988); buradan hareketle bir fikir edinilmeye çalışılmıştır.
  • Öğe
    Üsküdarlı Sâfî : hayatı-şiirleri
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2013) Yıldız, Alim
    XIX. Asır, Türk edebiyatında klasik dönemin bittiği ve Batı tesirinde gelişen yeni bir edebiyatın başladığı bir dönemdir. Tanzimat‟la birlikte daha önceden Türk edebiyatında bilinmeyen/bulunmayan edebî türlerin ilk örnekleri verilmeye başlamış, şiir ve nesirde Osmanlı toplumu için yeni diyeceğimiz ürünler yayımlanmıştır. Her ne kadar bu değişim olsa da sosyal olayların doğası gereği olarak bir şeyin başlaması ve bitmesi ancak uzun bir süre gerektirmektedir. Bu nedenle Batı tesiri daha yoğun olarak kendisini hissettirmeye başlamasına rağmen eski ve aşinalık kazanılan edebiyat ürünleri de devam etmektedir. Bu açıdan XIX. yüzyılı eski ile yeni arasında bir geçiş dönemi olarak görmek ve değerlendirmek uygun olacaktır. Gittikçe azalmakla birlikte, bir yandan divan ve mesnevî tarzı eserler verilmekte diğer yandan edebiyatımızda bir heyecan ve hareketlenme meydana getiren roman, hikâye, şiir vb. türlerde kitaplar yayımlanmaktadır. Asırların birikimi olarak alışılmış bir tarzın birden bire terk edilmesi veya verilen ürünlerde eskiyi çağrıştıracak şeylerin tamamen görülmemesi mümkün değildir. Bu nedenle özellikle XIX. asrın ikinci yarısı bir ara dönem, eski ile yeni arasında bir geçiş dönemidir. Tam bu dönemde yaşayan şairlerden birisi de Üsküdarlı Sâfî (1862-1901)‟dir. Üsküdarlı Sâfî, genç diyebileceğimiz bir yaşta vefat etmesine rağmen, verdiği eserlerle Namık Kemal, Muallim Naci gibi dönemin büyük edebiyatçılarının dikkatlerini üstüne çekmeyi başarmış, bu şair ve yazarların övgüsüne mazhar olmuş bir şairdir. Geride bir yazma Divançe, basılmış iki mesnevî, seçtiği gazellerinden oluşan bir kitap ve bir de Farsça dilbilgisi kitabı bırakarak ebedî âleme göçen Sâfî‟nin eserlerinde bu dönemin izlerini görmek mümkündür. Yüksek lisans çalışmam sırasında rastladığım iki şiiri, şairle ilgili yoğunlaşmamı da beraberinde getirmiş, sonraki yıllarda da şairin eserlerini elde ederek iki makale ve bir teblig hazırlamıştım. Yazma halindeki Divançe‟yi de temin ettikten sonra bende şairle ilgili bir kitap hazırlama fikri olgunlaşmıştı. Edebiyat tarihimizde Üsküdarlı vasfıyla anılan Üsküdarlı Haşim, Üsküdarlı Hakkı gibi birkaç şairden ve önemlilerinden biri olan Üsküdarlı Safi‟yle ilgili şimdiye kadar, tüm eserleriyle, müstakil bir çalışma yapılmamıştı. Safi, tüm şiirleriyle ilk kez bu çalışmayla okuyucu önüne çıkacaktır. Üsküdarlı Sâfî, XIX. Yüzyılın sonunda yaşamış bir şair olduğundan hazırladığımız metinde transkripsiyon işaretleri kullanılmamış ve okunuş günümüze uyarlanmıştır.
  • Öğe
    İslam Tarihi-II
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2023) Kılıç Mustafa
    İslam dininin farklı coğrafyalarda yayılmasıyla beraber devletler ve toplumlar üzerinden önemli bir tarih oluşmuştur. İslam tarihi, farklı toplumların Müslüman olması veya İslam devletine tabi olması sebebiyle çeşitli dinlere mensup milletlerin tarihini de ihtiva etmektedir. Gayrimüslimleri ehl-i zimme olarak tanımlayan İslam devletleri onları emanet olarak görmüş hakları ve yaşamları konusunda hassasiyet göstermiştir. İslam dininin gerçekliği ve İslam nizamının ortaya koyduğu ahlak ve adalet sistemi toplumların davet çalışmasına olumlu cevap vermesini sağladı. Müslümanların tebliğ esnasındaki çağrılarının kabul görmesinde somut uygulamaların büyük etkisi oldu. Ancak toplumların coğrafya ve kültür unsurları nedeniyle İslamlaşma süreçleri farklılık arz etmektedir. İslam tarihi içerisinde çok geniş coğrafyada gördüğümüz farklı devletler, kurdukları idareler ile insanlık tarihinde umut haline geldi. Dolayısıyla İslam’ın yaygınlık kazanması ve bugün dünyanın ikinci büyük dini haline gelmesi bir yönüyle ortaya koyduğu idari anlayış ile mümkün oldu. Bunun örnekleri olan İslam devletleri üzerinden bir medeniyet ve tarih ortaya çıkmıştır. Dünya üzerinde geniş bir coğrafyada bugün de bu izleri görmek mümkündür. Müslümanlar fethettikleri yerleri imar ederek geliştirmiş, bölge insanına huzur ve güven sağlamıştır. İslam’ın doğduğu andan bugüne kadar oluşan siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel tarihle ilgili bilgiler İslam Tarihi içerisinde incelenmektedir. Çalışmamızda farklı dönemlerde kurulmuş ve tarih sahnesinde öne çıkan İslam devletlerini genel hatlarıyla anlatmaya çalıştık. Müfredatın bir dönemle sınırlı olması dolayısıyla böyle bir düzenlemeye gidilmiştir. İslam Tarihi II kitabını hazırlarken coğrafya esasına göre konuları işlemeye çalıştık. Üniteler içerisinde ağırlıkları dolayısıyla Selçuklu ve Osmanlı devletlerine daha fazla yer verdik. Her devleti önce siyasi tarihi ve hanedan yapısı açısından inceledikten sonra kültürel ve sosyal yapılarına da elden geldiğince değinmeye çalıştık.
  • Öğe
    Osmanlı Türkçesi
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2023) Yıldız, Alim; Süer, Fatih Ramazan; Yıldırım, Yusuf
    Türklerin IX. yüzyılda İslamiyet’i kabul etmeleriyle birlikte Kur’ân-ı Kerim’i okuyabilmeleri ve İslam milletleri ile kültürel alışverişi gerçekleştirebilmeleri için Arap harflerini öğrenme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyaç neticesinde İslamiyet’ten önce kullandığımız ve millî alfabelerimizden olan Göktürk ve Uygur alfabeleri yerini Arap alfabesi esaslı Osmanlı Türkçesi alfabesine bırakmıştır. Tarihî süreç içerisinde en uzun soluklu kullandığımız alfabe olan Osmanlı Türkçesi alfabesi 1 Kasım 1928’de gerçekleştirilen Harf İnkılabı ile yerini Latin alfabesi esaslı Türk alfabesine bırakmıştır. Göktürk, Uygur ve Osmanlı Devletlerinin hüküm sürdüğü zamanlarda kullanılan yazı dili; devletlerin adlarından ötürü; Göktürkçe, Uygurca ve Osmanlıca olarak isimlendirilmiştir. Devlet isimlerine getirilen ekler ile türeyen kelimeler,bir dil ismi gibi algılansa da hakikat bu olmayıp ilgili ekler o dönemlerde kullanılan “Türkçe”nin mezkûr Türk devletlerine aidiyetine işaret etmektedir. Osmanlı Türkçesi, Türkçenin gelişim sürecinde yer alan tarihî bir dönemdir. Bu dönem, 623 yıl hüküm süren Osmanlı Devleti başta olmak üzere Osmanlı’dan önce kurulmuş Müslüman Türk devletlerinin ve Anadolu beyliklerinin yazı dili olmuştur. Bin yıl varlığını sürdüren bu yazı dili ile din, dil, edebiyat, tarih, coğrafya, tıp, hukuk, mûsikî… gibi sosyal hayatın her alanına hitap eden binlerce eser kaleme alınmış, sanat eserleri, âbideler, mezar taşları hakkedilmiştir. İçerisinde bulunduğumuz zamanda dahi bu yazı dili ile kaleme alınmış ve henüz gün ışığına çıkmamış binlerce eser mevcuttur. Kültür mirasımızın önemli unsurlarından olan bu eserleri, Osmanlı Türkçesini bilmeden okuyup anlama imkânı bulunmamaktadır. İlahiyat ve Edebiyat fakülteleri başta olmak üzere çeşitli fakültelerde okutulan Osmanlı Türkçesi dersinin temel amacı; geçmişin bilgi ve kültür birikimini gelecek kuşaklara aktarmak ve geçmişle bağımızın kopmasına engel olmaktır. Osmanlı Türkçesi, harflerin tanınması ve sesli kaidelerin kavranması sonrasında kolayca okunabilir ve yazılabilir bir özelliğe sahiptir. Arap harflerini bilenler pekâla Osmanlı Türkçesi ile yazılmış metinleri okuyabilir. Yalnız “Osmanlı Türkçesini biliyorum.” diyebilmek için okumak kadar yazmak da önem arz etmektedir. Bu nedenledir ki okumaya gösterilen gayret ve ihtimam yazmaya da gösterilmelidir.
  • Öğe
    In the Footsteps of Yunus
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2022) Yıldız, Alim; Yekbaş, Hakan; Kaya, Kağan
    He was born in Yıldızeli Çubuk Village in 1968. He finished primary school in his village and high school in Sivas. He completed his higher education at Marmara University Faculty of Theology (1992). He completed his master's degree in Turkish- Islamic Literature at the same faculty (1996). He worked as a teacher in Istanbul, Aydın and Izmir. In 1998, he became a research assistant in the Department of Turkish-Islamic Literature at the Faculty of Theology at Cumhuriyet University. He completed his doctoral studies at Dokuz Eylul University (2002), with his thesis titled "Fenâyî Divanı". He became Assistant Professor in 2004, Associate Professor in 2006, and Professor in 2012. He was reappointed in 2020 to the post of Rector, which he was appointed in 2016. He is still working at Sivas Cumhuriyet University.
  • Öğe
    Ahmed Nüzhet Divanı
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2020) Yıldırım, Yusuf
    Ahmed Nüzhet, kudretli şairlerin gölgesinde kalan pek çok isim gibi literatürde kendine yer edinememiş ve bunun neticesinde de unutulmaya yüz tutmuş şairlerdendir. Bunda dönem olarak Ahmed Nüzhet’in, ‚Her kaldırım taşının altında bir şair var.‛ şeklinde tanımlanan XVIII. yüzyılda yetişmiş bir şair olmasının etkisi muhakkaktır. Bilindiği üzere bu asır şair kadrosu bakımından klasik edebiyatın en zengin dönemidir. Dönemin tezkire yazarlarının bu kadar çok şair arasında –bir kısmı indî değerlendirmeler olsa da- kendi kriterlerine uymayan birçok ismi eserlerine almadıkları bilinen bir gerçektir. Bu nedenle Nüzhet’in de, döneminin diğer birçok şairi gibi tezkirecilerin nazar-ı dikkate almadıkları isimlerden olduğu görülmektedir. Ancak Ahmed Nüzhet’in dikkate alınmamasındaki asıl mesele; tezkirelerde onun aynı mahlası kullanan diğer bir şairle karıştırılmasıdır. Bu durum eski edebiyat araştırmalarının da en önemli problemlerinden biridir.
  • Öğe
    kadı burhaneddin kitabı
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2020) Yıldırım, Yusuf; Süer, Ramazan
    Şanlı tarihimizde bazı hükümdarların isimleri Türk siyasî tarihi kadar Türk edebiyatı tarihi için de önemlidir. “Kelâmü'l-mülûk mülûkü'l-kelâm” ve “sahib-i seyf ve'l-kalem” gibi ifadeler bu özelliğe sahip hükümdarlarımız için kullanılmış veciz ifadelerdendir. “Sultanların sözleri, sözün sultanları” ve “kılıç ve kalem sahibi” denildiğinde şüphesiz akla ilk gelen isimlerden biridir Kadı Burhaneddin. Zira o, Türk edebiyatında “ilk divan sahibi hükümdar” olarak tarihe geçmiştir. Kadı Burhaneddin, XIV. asrın ikinci yarısında Anadolu'da yaşamıştır. Gerek babası Şemseddin Muhammed'in gözetiminde almış olduğu sarf, nahiv, hat, mantık gibi derslerin neticesinde gerek aklî ve naklî ilimlerde çağın önderi sayılan Kutbüddin Razi'den tahsil etmiş olduğu riyazî ve dinî derslerin semeresinde çok yönlü bir şahıs olarak karşımıza çıkmaktadır. Devlet adamlığı, Kadı Burhaneddin'in bu yönlerinin arasında ilk sırada gelenidir şüphesiz. Çünkü o, Anadolu'da beyliklerin hüküm sürdüğü yıllarda, Eretna Beyliğinde naiplik, kadılık ve vezirlik gibi çeşitli görevlerde bulunmuş, daha sonra içerisinde bulunduğu şartlar sebebiyle devletin askerî ve mülkî yetkilerinin bir elde toplanmasının elzem olduğunu düşünerek 1381'de Sivas'ta kendi adıyla anılan devletini kurmuştur. Kadı Burhaneddin'in bu özelliği onun siyasî ve askerî yeteneklerini gösterirken ona “melikü'l-ümerâ” ünvanını da kazandırmıştır.
  • Öğe
    Yunus’un İzinde
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2021) Yıldız, Alim; Yekbaş, Hakan
    Ecdadımız, yüzyıllar boyunca adalet ve merhametin hâkim kılınması için yedi iklim üç kıtada, özünde insan olan bir medeniyet tesis etmiştir. Bu medeniyetin inşa ve ihyasında gaza erlerinin yanı sıra gönül erlerinin ayrı bir yeri vardır. Çünkü onlar hikmet ve kelama dayanan bir gelenek oluşturmuşlar, kimi zaman sözleriyle kimi zaman hâlleriyle gönülleri mayalamışlardır.
  • Öğe
    İslam tarihi - 1
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2024) Kılıç, Ünal; Aksu, Ali
    İslam Tarihinde Muaviye b. Ebû Süfyan’ın Hz. Hasan’dan halifeliği devralmasıyla başlayan ve Abbasi devletinin kurulmasına kadar devam eden süreç Emevîler asrı olarak adlandırılmaktadır. Emevîlerin yönetimine ihtilal ile son veren Abbasi Devleti yaklaşık 500 yıl kadar hüküm sürmüştür. Birçok farklı İslam devletinin kurulması ile İslam Medeniyeti oldukça geniş coğrafyalara yayılmıştır. 7. asırdan günümüze kadar ulaşan İslam Medeniyeti, kendine özgü özelliklere sahip olan bir medeniyettir. Tarih içerisinde pek çok kültür ve medeniyetten yararlanmış, yabancı medeniyetlerin birikimlerinin bazılarını olduğu gibi bazılarını ise birtakım değişikliklerle alırken kendisi de diğer medeniyetleri etkilemiştir. Hem maddi hem manevi yönü olan İslam medeniyeti, insan odaklı bir medeniyettir. Müslüman olsun gayrimüslim olsun herkesin belli bir hukuk ve devlet düzeni içerisinde yaşamını sürdürmesi, din, namus, mal, can ve nesil güvenliğinin teminat altına alınması, devletin halkın dinî ve dünyevi ihtiyaçlarına göre düzenlemelerde bulunması, medenileşmek için gerekli şehir ve beldelerin inşa ve imarı, buralarda sosyal, ekonomik, siyasî ve kültürel yönden insanların yaşamlarını kolaylaştıracak imkânların oluşturulması, müesseselerin kurulması ve devamının sağlanması gibi konular İslam Medeniyetinin hedefleri arasında yer almışlardır.
  • Öğe
    Valide Sultan'ın kitapları Bezm-i Âlem Valide Sultan Koleksiyonu
    (Cumhuriyet Üniversitesi, 2024) Temür, Salime Bera Kemikli
    Bu çalışmada, Bezm-i Âlem Vâlide Sultan’ın kitaplarının sanatsal yönden tasnîfinin ve tavsîfinin yapılması planlanmıştır. Bezmialem Koleksiyonu’nda bulunan kitaplar konularına göre tasnîf edilerek incelenecektir. Ardından, kitap sanatlarından olan tezhip, hat ve tasvir dal larında tavsîf edilecektir. Bununla birlikte ilgili sanat dallarına uygun olarak muhtasar şekilde değerlendirilmesi yapılacaktır. Bilâhare, hangi ilim dalında ne kadar kitabın var olduğu ve adı geçen sanatkârların listesi de tespit edilecektir. Sultan’ın kütüphanesinde yer alan kitaplar, onun zihin dünyası ve entelektüel kişiliği hakkında bilgiler vermektedir. Nitekim bu araştırmada, Vâlide Sultan'ın zihin dünyası keşfedilecek ve onun kitap kültürü ortaya konmaya çalışılacaktır. Nihai olarak, Bezm-i Âlem Vâlide Sultan’ın ilme verdiği değer irdelenecektir.
  • Öğe
    İcâzetnameler’de Zemahşerî', Öğrencileri ve Eserlerinin Râvîleri
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2023) HÜSEYNİ, Seyid Muhammed Taki
    Biyografi araştırmalarının temel kaynaklarından bazılarını tezkireler, terâcim ve tabakat gibi klasik eserler oluşmaktadır. Bu eserler, telif eserler mahiyetinde oldukları için zaman içerisinde geniş bir alana yayılmış ve başka eserlere de kaynaklık etmişlerdir. Neticede “birincil kaynaklar” olarak adlandırılan bu eserlerin ihtiva ettikleri bilgiler, daha sonraki dönemlerde kaleme alınan “ikincil kaynaklar”ı oluşturmuşlardır. Bu klasik kaynakların dışında müellifler hakkında edinebileceğimiz bilgiler ise, nüshaların/eserlerin üzerinde kaydedilen icazetnameler, kıraât, semâ’ gibi kayıtlardan mümkün olmaktadır. İcâzetnâmeler başta olmak üzere diğer kayıtlar, birincil kaynaklar gibi derli toplu olmadıklarından dolayı, bulunduğu nüshalarda sınırlı kalmış, kapsadıkları bilgiler de nadiren birincil ve ikincil kaynaklara aktarılmıştır. Allâme-i Hârezm, Cârullah Zemahşerî’nin biyografi araştırmalarında da zikredilen bu hususlar geçerli olarak birincil kaynaklarda kaydedilmeyen birçok bilgi bu kayıtlardan bulunmuştur. Özellikle Zemahşerî’nin hoca-talebe ilişkisi, eserlerinin ravileri ve okunmasıyla ilgili gibi birçok bilgi kendisinden alınan icazetnamelerden tespit edilebilmektedir.
  • Öğe
    Fatih’e Sunulan Mûsikî Risâlesi Nazm-ı Edvâr-ı Mahmûdî
    (Dört Mevsim Kitap, 2023) HÜSEYNİ, Seyid Muhammed Taki
    Dönemin edip, şair, müneccim, mûsikîşinas ve Mevlevî tarikatına mensup olan ismi Mahmûdî, Fatih Sultan Mehmed Han’ın ilmi himaye eden vasfını duyan diğer pek çok âlim ve sanatkâr gibi, İran’dan İstanbul’a gelerek ilk Farsça manzum mûsikî eseri niteliğinde olan Nazm-ı Edvâr adlı manzumesini H. 875 (M. 1471) yılında kaleme alarak kendisine takdim etmiştir. Mahmûdî, Nazm-ı Edvâr’ını mesnevî tarzında 337 beyit olarak 10 kısımda düzenlemiştir. Eserine besmele, hamdele ve salvele ile başlayan Mahmûdî, eserinin telif sebebini izah ederken Fatih Sultan Mehmed Han’a hediye olarak Edvâr’ı nazma çevirmek istediğini açıklamış ve devamında Fatih Sultan Mehmed Han’a övgüsünü dile getirmiştir. Bunun ardından mûsikî konusunu ele almış ve Nizâmeddîn Kırşehrî’nin Risâle-i Edvâr’ında olduğu gibi Nazm-ı Edvâr‘ın da mûsikî kısımlarında makamlar, âvâzeler, şubeler ve terkiplerden bahsetmiştir.
  • Öğe
    RİSÂLE FÎ FENNİ’L-ELHÂN (HULÂSATÜ’L-EFKÂR FÎ MA’RIFETI’L-EDVÂR) VE 15.YY MÛSİKÎ NAZARİYÂTINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
    (Dört Mevsim Kitap, 2023) HÜSEYNİ, Seyid Muhammed Taki
    Çalışmamızın temelini oluşturan Risâle fî fenni’l-elhân isimli eser, 15.yüzyılın başlarında telîf edilen, metod ve yöntem itibâri ile Urmevî’nin Edvâr’ının izinde ve onun devamı olarak nitelendirmektedir. Urmevî’nin Edvâr’ına gelince; mûsikî nazarîyâtı üzerine kaleme alınan önceki eserler ile farklı bir düzen ve insicamda olduğu açıkça söylenebilir. Urmevî’nin mûsikî nazarîyâtı ile ilgili olarak Edvâr’ında sunduğu metot, kendisinden sonra gelen hemen her mûsikî nazarîyâtçısı tarafından kabul edilmekle beraber, kendisinden önceki metotları da unutturmuştur.
  • Öğe
    Rabt-ı Tağyirât-ı Mûsikî-yi Kutb-i Nâyî Osman Dede
    (2023) HÜSEYNİ, Seyid Muhammed Taki
    Kutb-i Nâyî Osman Dede'nin Rabt-ı Tağyirât-ı Mûsikî Adlı Eseri
  • Öğe
    Abdülkâdir-i Merâgî’nin Günümüze Ulaşamayan Eserleri
    (İstanbul Üniversitesi, Eylül 2023) HÜSEYNİ, Seyid Muhammed Taki; Sezikli, Ubeydullah
    Tarih boyunca ilmî değeri yüksek birçok kıymetli kitap veya eser kaybolmuştur. Bunların bir kısmı da mûsikî ilmine aittir. Bu eserler bazen koleksiyonerlerin raflarında gizlenmiştir. Kütüphanelerde bulunan önemli eserler de savaşlar ve sair sebeplerle başka ülkelerin kütüphanelerine intikal ettirilmiş ve gün yüzüne çıkartılmamıştır. Tüm bunların sonucunda ilim dünyası özellikle bu tür tek nüsha olan eserlerden yararlanma imkânını kaybetmiştir. Kaybolan bazı eserlerin isimlerini, müelliflerinin elimizde bulunan diğer eserlerinden ya da eser kaybolmadan önce bu eserleri kullanan diğer müelliflerden öğrenmekteyiz. Kaybolan kitaplarla ilgili buralarda verilen bilgiler bize bu eserleri araştırma ve bilim dünyasını bu eserlerin varlığından haberdar etme fırsatını tanımaktadır. Bu makalede mûsikî nazariyatı açısından önemli eserler kaleme alan Abdülkâdir-i Merâgî’nin (ö. 838/1435) elimizde bulunan Câmi‘u’l-elhân, Makâsıdü’l-elhân ve Şerh-i Edvâr isimli eserlerinde, şu an elimizde olmayan Kenzü’l-elhân, Risâle der-Istıhâb-ı Gayr-i Ma‘hûd ve Kitâb-ı Lahniyye hakkında verilen bilgiler mukayeseli olarak ele alınmıştır. Bunlardan, Kenzü’l-elhân, Merâgî’nin kayıp eseri olarak bilinmekte fakat Risâle der Istıhâb-ı Gayr-i Ma‘hûd ve Kitâb-ı Lahniyye ilim dünyası tarafından bilinmemektedir. Makalede bu eserler hakkında bulunabilen tüm bilgiler müellifin diğer eserlerindeki bilgilerle birleştirilerek verilmiştir.
  • Öğe
    Hazreti Hatice Sempozyumu Bildirileri
    (Sivas Belediyesi, 2015) Aksu, Ali
    Tarih boyunca ve daima Müslümanların Hz. Peygamber'e ve ailesine gösterdikleri teveccüh hiç eksilmemiş, aksine giderek artmıştır. Hz. Peygamber'e ve onun sünnetine uymak, ancak onu sevmek ve onu örnek almakla gerçekleşir. Onu sevmek ise, onun sevdiklerini de sevmeyi beraberinde getirir. Hz. Peygamber'in eşleri, müminlerin anneleridir. Dolayısıyla Allah Resulü'nün eşlerini, çocuklarını ve torunlarını sevmek, gerçek anlamda Hz. Peygamber'i sevmektir. Çünkü Resulullah onları üzenlerin kendisini üzmüş olacaklarını, onlara dost olanların kendisinin de dostu olacaklarını açıkça belirtmiştir. Hz. Peygamber'in ilk eşi, kendisine ilk inanan ve her an yanında olan ona maddi ve manevi destek veren, çocuklarının annesi Hz. Hatice'yi sevmek, Allah Resulünü sevmek demektir. Sevmek, hatırlamak demektir, yâd etmek demektir. İşte biz de bu samimi duygularla Hz. Hatice Validemizi yâd edelim, günümüz Müslüman kadınlarımızın örnek almaları için onun hayatını kaynakların bize bildirdikleri kadarıyla ortaya koyalım istedik. Bizler sadece sempozyumun ilmî boyutunu gerçekleştirdik. Sempozyumun başından sonuna kadar hazırlanmasında emeği geçen başta Sivas Belediye Başkanımız Sayın Sami Aydın Beyefendi'ye, sempozyuma tebliğleriyle ve oturum başkanlıklarıyla katılarak bizlere büyük destek veren hocalarıma, emeği geçen herkese, Fidan Yazıcıoğlu Kültür Merkezi'ni hıncahınç dolduran Hz. Hatice sevdalılarına teşekkür ediyorum.
  • Öğe
    Cennet Kadınlarının Seyyidesi Hz. FÂTIMA
    (Sivas Belediyesi, 2017) Aksu, Ali
    İslam tarih, kültür ve medeniyetimizde müstesna bir yere sahip olan ve toplumumuzun her kesimi tarafından sevilen Hz. Fâtıma gibi önemli değerin şahsında İslamiyet'in yeniden okunması ve insanımıza doğru bir biçimde aktarılması, bu işlerle uğraşan biz ilim insanları kadar özel ve resmî kuruluşların omuzlarına yüklenmiş bir sorumluluktur, vicdânî bir borçtur. Biz, bu sorumluluğu yerine getirdiğimize inanıyor ve bunun mutluluğunu yaşıyoruz. Türkiye'de ilk defa Sivas İl Müftülüğümüzün desteğiyle Hz. Hasan sempozyumunu biz düzenledik. Sivas Belediyemizin katkılarıyla da yine Türkiye'de ilk defa Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma sempozyumlarını gerçekleştirdik. İnşallah en kısa zaman içerisinde de Hz. Aişe sempozyumunu gerçekleştirerek Hz. Peygamber'in eşleri ve çocuklarını tarihi kaynakların ışığı altında sizlere aktarmaya çalışacağız. Şu an birbirinden değerli hocalarımızın katkılarıyla sempozyumda sunulmuş olan tebliğleri kitap haline getirerek Hz. Fâtıma'yı bütün yönleriyle, objektif bir şekilde ve hadis ve İslam tarihi kaynakları çerçevesinde sizlere aktarmaya çalıştık. Hz. Fâtıma sempozyumunda, kanaatimce gerek amacı, gerekse katılımcıların ilmi ciddiyet çerçevesinde gündeme getirerek sundukları konular fevkâlade başarılı, aydınlatıcı ve öğretici olmuştur. Sempozyumda tebliğ olarak sunulmamasına rağmen kitapta yayınlanması için Araştırma Görevlisi Sena Kaplan tarafından hazırlanan Hz. Fâtıma ile ilgili bir bibliyografya çalışmasını da ekledik. Ayrıca kitabın sonuna sempozyumda Sivas Belediyemize bağlı İhramcızâde Kültür ve Sanat Merkezi Tezhib Atölyesi sanatçılarının sergiledikleri tezhib çalışmalarını da ilave ettik. Bu sempozyumu düzenledikleri için Sivas Belediyemiz adına Sayın Belediye Başkanımız Mimar Sami Aydın Beyefendi'ye, uzaktan yakından gelerek bu sempozyumun gerçekleşmesinde gerçekten büyük emekleri geçen birbirinden değerli tebliğci hocalarıma ve bizleri o gün yalnız bırakmayan katılımcılara ve emeği geçen herkese teşekkür etmeyi yerine getirilmesi gereken bir vazife olarak görüyorum. Bu vesileyle bir kez daha başta Resul-i Ekrem'in Ehl-i beytini, bütün Sahabey-i Kirâmı ve Din-i İslam'a hizmet etmiş ve rahmet-i rahmâna kavuşmuş olan şehitlerimizi ve herkesi saygıyla, minnetle, rahmetle yâd ediyorum.
  • Öğe
    Hazreti Osman
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2020) Aksu, Ali
    İnsanın elindekilerinin kıymetini bilmesi ve onlardan gerektiği gibi yararlanabilmesi; onları çok iyi tanımasıyla mümkündür. Çünkü tanımak, öğrenmek bilmek, sevmek ve sahiplenmek demektir. Tanımanın birçok yolu vardır. Bunlardan biri ve en önemlisi de, sempozyumlar gibi bilimsel çalışmalar gerçekleştirmektir. Olayın bütün yönleriyle, kaynaklarıyla değerlendirmeler yapılarak ortaya konulması, tarihin doğru bir şekilde anlaşılması demektir. İslam Tarihi içerisinde başta Hz. Peygamber (s.a.v) olmak üzere onun yanında yetişmiş seçkin sahabilerin yaşantılarının bilimsel yöntemlerle incelenmesi ve değerlendirilmesi oldukça önemlidir. Bu sahabilerden biri de şüphesiz, Peygamberin iki kızı ile evlenmiş ve malının tamamını Allah'ın yolunda harcayabilmiş olan Hz. Osman'dır. 1900'lere kadar bu alanda çalışmalar az olsa da, mezkûr tarihten sonra çalışmaların sayısı artmıştır. Yapılan çalışmalardan birisi de Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından düzenlenen Hz. Osman Sempozyumu'dur. Sempozyumun gerçekleşmesinde sürecin başından sonuna kadar maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen Sayın Rektörümüz Prof. Dr. Alim Yıldız'a, Rektör yardımcımız Prof. Dr. Ünal Kılıç'a, Fakülte dekanımız Prof. Dr. Yusuf Doğan'a, Fakülte sekreterimiz Bedretrin Gündoğdu'ya, sempozyuma uzaktan yakından iştirak eden değerli katılımcılarımıza, sempozyumda büyük bir özveri ile çalışan CUİTAK kulübüne ayrıca sempozyumun düzenlenmesinde ve sekretarya işlerinde çalışan araştırma görevlisi arkadaşlarımıza teşekkür ederim
  • Öğe
    Hazreti Ali
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2020) Aksu, Ali
    İnsanın elindelilerinin kıymetini bilmesi ve onlardan gerektiği gibi yararlanabilmesi, onları çok iyi tanımasıyla mümkündür. Çünkü tanımak, öğrenmek, bilmek, sevmek ve sahiplenmek demektir. Tanımanın birçok yolu ve yöntemi vardır. Bunlardan biri ve en önemlisi de, sempozyumlar gibi bilimsel çalışmalar gerçekleştirmektir. Olayın bütün yönleriyle, kaynaklarıyla değerlendirmeler yapılarak ortaya konulması, tarihin doğru bir şekilde anlaşılması demektir. İslam tarihinde başta Hz. Peygamber olmak üzere onun yanında yetişmiş seçkin sahabilerin yaşantılarının bilimsel yöntemlerle bilinmesi ve değerlendirilmesi oldukça önemlidir. Bu sahabilerden biri de hiç şüphesiz ilmi ve cesaretiyle temayüz etmiş olan Hz. Ali'dir. 1990'lı yıllara kadar İslam tarihinde ciddi ve yeterli çalışmaların yapıldığını söylememize imkan yoktur. Ancak o yıllardan sonra gerek lisansüstü tezlerle gerekse bilimsel makale, kitap çalışmaları ve sempozyum gibi bilimsel faaliyetlerle oldukça güzel çalışmalar ortaya konulmuştur. Bu sempozyumlardan biri de Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin öncülüğünde düzenlenen Hz. Ali Sempozyumu'dur. Bu sempozyum, daha öncesinde gerçekleştirdiğimiz Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman sempozyumlarının devamı niteliğini taşımakta olup, bununla birlikte Hulefây-i Râşidîn dönemi sempozyumlarımızın sonuncusudur. Sempozyumda Hz. Ali başta İslam Tarihi olmak üzere, İslam Hukuku, Tefsir, Hadis, Tasavvuf, İslam Edebiyatı, İslam Mezhepleri Tarihi gibi pek çok açıdan ele alındı. Hz. Ali Sempozyumu, Hz. Ali'nin hayatı, dönemi ve uygulamaları başta olmak üzere daha pek çok alanda yeni bilgileri ortaya çıkarmış oldu. Bu tebliğlerin kitap haline getirilmesiyle birlikte bu bilgilerden daha geniş kitlelerin istifade etmesi hedeflendi. Sempozyumun gerçekleşmesinde başından beri maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen Sayın Rektörümüz Prof. Dr. Alim Yıldız'a, Rektör Yardımcımız Prof. Dr. Ünal Kılıç'a, Fakülte Dekanımız Prof. Dr. Yusuf Doğan'a, Fakülte Sekreterimiz Bedrein Gündoğdu'ya, sempozyuma uzaktan yakından iştirak ederek tebliğleriyle bizlere en büyük desteği veren çok değerli hocalarıma ve sempozyumumuzun sekreteryasını üstlenen araştırma görevlilerimize ve emeği geçen herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum.