Temel İslam Bilimleri Bölümü Kitap Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 41
  • Öğe
    İSLÂM HUKUKU-I
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2018) Erturhan, Sabri
    İslâm hukuku, farklı, orijinal bir hukuk sistemidir. Onun orijanilliği vahye dayanmasından kaynaklanmaktadır. Orijinal adı fıkıh olan bu ilim, hukukun bütün konuları yanında ibadet, adak, keffâret ve fidye gibi hususları da kapsamına almaktadır. İslâm hukukunda inanç, amel ve ahlak iç içe olup hükümleri dünya-ahiret boyutludur. İslâm hukuku, her zaman ve zeminde dinamik olmasını sağlayan kaynak ve metodolojiye sahiptir. Hukuka çok şey kazandırmıştır. Bir dönem oldukça ihmal edilen İslâm hukuku günümüzde gerek üniversitelerde, gerek akademik tez çalışmaları gerekse ulusal veya uluslararası toplantılarla yeniden ihya edilme sürecine girmiş bulunmaktadır. İslâm hukuku, müspet veya menfi anlamda hemen her çevrenin ilgi alanı içerisindedir. Müslümanların hukuku olması hasebiyle Müslüman kitle bu hukukun öğrenilmesi, neşri, tetkiki ve müdafaasından birinci derecede sorumludur. Aksi takdirde bu dine mensup olmayan çevreler İslâm hukuku hakkında kendilerinde bu hukuk sistemi hakkında söz söyleme, hüküm verme hak ve yetkisi görecek, bu yargılar da bir kaziyye-i muhkeme gibi yerleşebilecektir. Nitekim tarih boyunca bu tür yaklaşımlar olagelmiştir. Bu cümleden olarak İslâm hukukunun ilkten vaz’ ettiği nice kural ve ilkeler maalesef yok sayılmış, hukuk mirasına kazandırdığı birçok katkılar görmezden gelinmiştir. Sanığın şüpheden yararlanma ilkesi, masumiyet karinesi, suça iştirak, suçların içtimaı, işkence yasağı gibi hususlar birçok çağdaş hukukçu ve müellif tarafından görmezden gelinmiştir. Oysaki bu ilke veya hükümlerin temeli vahiy veya sahabe dönemine dayanmaktadır. Bu sayılanlar dışında modern hukuka hakkın kötüye kullanılması, alacağın temliki ve borcun nakli, beklenmeyen hal nazariyesi, risk sorumluluğu, temyiz gücü olmayanların medeni sorumluluğa sahip olmaları, mühâyee ve savaş yasakları gibi hükümler kazandırmıştır (Köse, ‚İslâm Hukukunun Modern Hukuka Katkıları Konusunda Bir Deneme‛, Makâlât, Sy. 1, Konya, 1999, s. 7-33. Aynı makale için bkz.Köse, Çağdaş İhtiyaçlar ve İslâm Hukuku, Rağbet Y. İstanbul, 2004, s. 95-133). Bu hususlar İslâm hukukunun modern hukuka yaptığı katkılardan sadece bir kaçıdır.
  • Öğe
    TASAVVUF II (TASAVVUFİ HAYAT VE SUFİ DÜŞÜNCE)
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2018) Özköse, Kadir
    Tasavvuf ve Tarikatlar isimli kitabımızdan sonra bu eserle tasavvuf felsefesine ve tasavvufi hayatın boyutlarına kapı aralamaya çalışmaktayız. Tasavvuf kal ilmi olmaktan öte hal ilmi sayılmaktadır. Herbir sufinin tecrübesi kendisine özgüdür. Tasavvuf erbabı dinin aşk ve vecd boyutunda yaşanmasını önemsemekte, manevi tecrübenin derinlikli ve iştiyaklı bir şekilde gerçekleşmesini hedeflemektedir. Günümüzde tasavvuf ilmi ve sufiler hakkında birtakım ön kabul ve ön yargılarla toptancı yaklaşımlar sergilenmektedir. Diğer İslami ilimler gibi tasavvuf ilmi de erken dönemlerde kuruluşunu tamamlamış, Kur'an ve hadislerden referanslarla meşruiyetini sağlamış bir ilimdir. Tasavvuf ilmini sufilerin geliştirdikleri ıstılahları kullanmadan, tasavvufun temel klasiklerini okumadan, sufilerin tasavvufi tecrübelerini yakından tanımadan anlamamız mümkün değildir. İşte bu eser tasavvuf ilmini anlamaya yönelik İlahiyat Fakültesi lisans öğrencilerimizle Tasavvuf il dersinde müzakere edeceğimiz tasavvufi hayatın temel konularını on dört bölüm halinde ele almaktadır. Eserin giriş bölümünde tasavvufi ahlakın temel ilkelerine dikkat çekilmektedir. Birinci bölümde tezkiye-yi nefs ve tasfiye-yi kalp bağlamında seyr u sülük esasları incelenmektedir. İkinci bölümde fena ve baka düşüncesini tahlil edilmekte, üçüncü bölümde tasavvufi haller konusu incelenmeye devam edilmekte, cem' ve fark, kabz ve bast, vakt halleri ele alınmaktadır. Dördüncü bölümde dini his ve heyecanların beliriş şekillerinden tevacüd, vecd, vücud, cezbe, sekr, sahv ve istiğrak halleri değerlendirilmektedir. Beşinci bölümde sufilerin inanç ve ibadetlerdeki deruni yaklaşımları üzerinde durulmaktadır. Altıncı bölümde tasavvuf problemlerinden velayet ve keramet konusu incelemeye tabi tutulmaktadır. Yedinci bölümde tevessül, vesile, istimdad ve istiğase konuları hakkındaki reddiye ve kabul eden yaklaşımlar bir bütün halinde değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Sekizinci bölümde mürid-mürşid ilişkisi, şeyhlik makamı, mürşid-i kamilin özellikleri, beyat ve intisap düşüncesi, rabıta ve teberrük anlayışları değerlendirilmektedir. Dokuzuncu bölümde vahdet-i vücud konusu, vahdet-i vücudu panteizmden farklı kılan hususiyetler, vahdet-i vücud ile vahdet-i şühud arasındaki benzerlik ve farklılıklar, İbnü'lArabi takipçileri ve metafizik dönem tasavvufu incelenmektedir. Onuncu bölümde varlık mertebeleri, on birinci bölümde ayan-ı sabite mertebesi, on ikinci bölümde ise insan-ı kamil nazariyesi ele alınmaktadır. On üçüncü bölümde tasavvufta irfanı yol, on dördüncü bölümde ise tasavvufta aşk yolu ele alınmaktadır. Tasavvufi hayata ve sufi düşünceye yönelik bir bütün halinde anlama çabasını hedefleyen bu çalışma tasavvuf ilminin anlaşılmasına yönelik bir çabanın yansımasıdır. Gayret bizden Tevfik Allah'tandır. Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE
  • Öğe
    SİSTEMATİK KELAM
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2018) Baktır, Mehmet
    Kelâm, sözlükte “yaralamak, etkilemek" anlamındaki “kelm” kökünden türemiş bir isim olup bir fikri tam olarak anlatan söz demektir. Kelâm ilmi, konusu ve amacı dikkate alınarak iki şekilde tanımlanabilir: Konusu açısından yapılan tanımlamaya göre kelâm ilmi, Allah'ın zâtından, sıfatlarından, başlangıç ve sonuç (mebde' ve meâd) itibariyle yaratıklar (mahlûkat)ın durumlarından İslâm kanunu üzere bahseden bir ilimdir.1 Kelâmın gayesine göre tarifi ise şu şekildedir: Kelâm, din kurucusunun açıkça belirttiği belli düşünce ve davranışları teyit edip bunlara aykırı olan her şeyin yanlışlığını sözle gösterme gücü kazandıran bir ilimdir.2 Bu ilme kelâm adının yanı sıra "Tevhid, Usûlü'd-dîn, el-Fıkhü'l-ekber, Akaid, Nazar ve İstidlal İlmi" gibi değişik isimler verilmişse de kelâm adı yaygınlık kazanmıştır
  • Öğe
    Arapça I
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2018) Şimşek, Mehmet Ali; Doğan, Yusuf; Koçak, Süleyman
    Arap dilinde kelime, harf, isim ve fiil olmak üzere üç kısma ayrılır. Bunlardan fiiller, çoğunlukla "dilin, belli kalıplarla, şahıs bildirerek ve zamanla bağlantılı olarak (diğer bir ifadeyle, gerçekleşmiş ya da henüz gerçekleşmemiş, gerçekleşmekte ya da gerçekleşecek olan) bir oluşa, kılışa, yapışa, bulunuşa, kısacası bir eyleme/olaya delalet eden yapıları" şeklinde tanımlanmaktadır (Bkz. el- Hâşimî, 17; Galâyînî, 1: 11-12; Uralgiray, 1986, 1: 10, 20-21; Akdağ, 1997, 33). Dolayısıyla tanıma göre, geçmiş, gelecek ya da şimdiki zaman (ayrıca geniş zaman) ile bir bağlantısı olmayan ve bir fâille ilişkilendirilmeyen hiçbir fiilden söz edemeyiz. Bütün bunlar dikkate alındığında fiillerin, aynı zamanda birer cümle olduğunu da gösteren aşağıdaki anlamları, aynı anda ve bütün olarak taşıdıkları ortaya çıkmaktadır. Örneğin, كَتَبَ (yazdı.) fiili, (1) "yazmak" (oluş/yapış/ediş yani kâf, tâ ve bâ harflerinin delalet ettiği sözlük/sözcük anlamı), (2) "zaman" (mazi fiil siygası, burada geçmiş zaman bildirmektedir), (3) "fâil" (çünkü eylemler tek başına gerçekleşemezler, ya bir isimde gerçekleşirler ya da bir isim tarafından gerçekleştirilirler) olmak üzere üç anlam içermektedir. Bu durum, fiillerin her üç siygası için de geçerlidir. Fiiller arasındaki farklılık, sadece ya sözlük anlamları ya eylemin gerçekleştiği/gerçekleşeceği zamanın yönü ya da fâilleri açısından söz konusudur. Örneğin, كَتَبَ fiili/cümlesi, "geçmiş zamanda üçüncü tekil eril şahıs tarafından gerçekleştirilmiş bir eylem (yazdı)" bildirir.
  • Öğe
    TEFSİR METİNLERİ-II
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2018) Keskin, Hasan; Özdeş, Talip
    Tefsir, Hz. Peygamber’in Kur’an’ı beyanı ile başlamıştır. Hz. Peygamber kendisine gelen vahiyleri insanlara tebliğ ederken onlarla ilgili bazı hususları Sahabeye açıklayarak beyanda bulunuyordu. Kur’an’ın ilk muhatapları ana dillerinin Arapça olması nedeni ile ve bir de vahyin hangi olaylar, sebepler ve durumlar üzerine indirildiğine şahit oldukları için genelde Kur’an’ı anlamalarına rağmen, âyetlerde kendilerine garip, kapalı veya müşkil gördükleri bazı noktaları anlamakta zorluk çekiyorlardı. Kur’an’da ibadetler ve muamelâtla ilgili hüküm ve bilgilendirmelerin genelde mücmel olarak gelmesi, onların detaylarının açıklanmasını gerektiriyordu. Anlaşılmayan veya açıklanması gereken hususlarla ilgili Sahabenin tek müracaat kaynağı Hz. Peygamber’in kendisiydi.
  • Öğe
    FIKIH USÛLÜ
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2018) Demir, Halis; Ay, Alper
    Allah Rasulu: “Allahu Tealâ kimin iyiliğini murat ederse o kimseyi dinde fakih kılar” buyurmuştur. (Tirmizi, Sünen, hadis no 2645). Fıkıh, bir şeyi iyi kavramak, anlayışlı olmak gibi anlamlara gelir. Fıkıh, kişinin hak ve sorumluluklarını bilmesidir. Bir Müslümanın, Allah’ın rızasına uygun ibadet edebilmesi ve hayatının sürdürebilmesi için fıkıh ilminin bazı konularını öğrenmesi gerekir. Fıkıh, kişinin doğumundan ölümüne kadar hayatının her sahasını kuşatır. Fıkhın ihtiyaç duyduğu ilimlerden biri ‘Usul’ ilmidir. Fıkıh usulü bir anlamda hüküm çıkarmanın veya fıkhın mantığıdır. Bu kitabın konusu fıkıh usulüdür. Elinizdeki kitabın hazırlanmasında bazı hususlara dikkat edilmiştir: Öncelikle bir yöntem bilimi olması sebebiyle bu ilim dalında kavram ve tanımlar önemlidir. Konuların anlaşılması için mutlaka tanımlar anlaşılmalı, tekraren üzerlerinde durulmalıdır. Konuların ayrıntısına girilmemiştir. Kitap bir bakıma Fıkıh usulüne giriş mahiyetindedir. İleri okumalar için ünite sonlarında bazı makaleler önerilmiştir. Konularla ilgili az sayıda örnek verilmiştir. Gaye kitabın sayfalarını sınırlı tutmaktır. Tekrardan kaçınılmıştır. Kitap konular, örnekler ve tanımlar bakımından bir bütün olarak düşünülmüştür. Ayet ve hadislerin Arapçaları ve mealleri verilmiş, arkasından kısaca konuyla alakası kurulmaya çalışılmıştır. Genel olarak kaynak gösterilen eserler, İlahiyat Fakültelerinde yoğun olarak okutulan ders kitaplarıdır. Bunlardan Abdullah Kahraman’ın Fıkıh Usûlü, tablo, şema ve açıklamalı örnekleri ile farklı seviyedeki fıkıh öğrencilerine hitap eden bir eserdir. Fahrettin Atar’ın Fıkıh Usûlü, fıkıh usulü konularını en geniş ele alan bir eserdir. Bu kitapta İslam Hukuk Tarihi konuları da yer almaktadır. Okuyucuyu klasik kaynaklara yönlendirmesi bakımından da önemli bir eserdir. İbrahim Kâfi, Dönmez’in tercüme ettiği Zekiyyüddin Şa’bân’ın İslâm Hukuk İlminin Esasları isimli eseri konuların tahlili ve mezhepler arası farklı içtihatları izahı bakımından önemlidir. Fıkıh Usûlü kitabımız siz dikkatli okuyucularımızın yerinde tenkit ve uyarıları sonucu daha faydalı hale gelecektir. Gayret bizdendir; Muvaffakiyet Allah’dandır.
  • Öğe
    DİNLER TARİHİ-II
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2018) Aykıt, Dursun Ali; Yaman, Naim
    Bu çalışma İLİTAM programına kayıtlı öğrenciler için fakültenin isteği üzerine materyal olarak hazırlanmıştır. Bununla birlikte sürenin kısalığı nedeniyle elde bulunan ders notlarından derlenmiş olup sonraki süreçte tashihler ve genişletme ihtiyacı da görülebilir. Faydalı olması dileğiyle
  • Öğe
    DİNLER TARİHİ-I
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2018) Aykıt, Dursun Ali; Yaman, Naim
    Dinler, çeşitli şekillerde sınıflandırılmaktadır. Ancak bütün bilginlerce kabul edilen bir din tarifi olmadığı gibi kesin bir sınıflandırma şekli de yoktur. Dinleri; Kurucusu Olan Dinler ve Geleneksel Dinler; Millî Dinler ve Evrensel Dinler; İlkel Kabîle Dinleri, Millî Dinler ve Evrensel Dinler olarak ayıranlar bulunmaktadır. İslâm bilginleri de dinleri Hak Dinler ve Bâtıl Dinler veya Vahye Dayanan İlâhî Dinler ve Vahye Dayanmayan Tabiî Dinler şeklinde iki kısma ayırmışlardır. İbn Hazım (Ö.456/1064) ve Şehristânî (Ö.548/1183) gibi Müslüman Dinler Tarihçileri, Hak Dinler karşılığında "Milel", Bâtıl Dinler karşılığında ise "Nihal" terimlerini kullanmışlardır. Tüm bu sınıflandırmaların yanında bölgesel olarak da dinler tasnif edilebilmektedir. Buna göre Hint Dinleri (Hinduizm, Budizm, Caynizm, Sihizm<); Ortadoğu Dinleri (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi) ve Çin Dinleri (Konfüçyanizm, Taoizm gibi) şeklinde bölgesel olarak ayrım da yapılabilmektedir.
  • Öğe
    Kur’an-ı Kerim-IV
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2018) Arslan, Durmuş; Ay, Alper
    Kur’an-ı Kerim, ilk insana Allah tarafından birtakım bilgiler verildiğini1 haber vermiştir. Yine Kur’an-ı Kerim’e göre tevhid inancına sahip bu ilk insandan, son peygamber Hz. Muhammed (sav)’e kadar hep bu dinle ilgili mesajlar (vahiy) peygamberler aracılığı ile Allah tarafından insanlara ulaştırılmıştır2. İlâhî vahiy yoluyla peygamberlere ve onlar vasıtasıyla insanlara gelen bu bilgiler hem insanın yaratılışındaki ortak payda (fıtrat) ile uyum içerisinde, hem de içerdiği ilkeler ve fikirler açısından bütün insanlar tarafından paylaşılabilir/kabul edilebilir nitelikte olmuştur. Ancak ne var ki, kimi insanlar akl-ı selim ile hareket ederek fıtratın sesine kulak verip vahye uyarken, kimi insanlar da hevâ ve hevesine (nefsi arzularına) uyarak vahye karşı çıkmıştır. Bütün insanlara karşı eşit mesafede olma özelliğine sahip olan vahiy, fıtratın sesine kulak verip akl-ı selim ile hareket edenlerin kabulüne mazhar olacak kadar yakın olmuş, nefsanî arzulara ve şeytanî vesveselere kapılanlara da inkâr edecek, hatta onunla mücadele edecek kadar uzaklaşmaktadır.
  • Öğe
    Kur’an-ı Kerim-II
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2018) Aslan, Ömer; Aslan, Ömer; Arslan, Durmuş; Ay, Alper
    Kur’ân-ı Kerim hem lafız hem de manasıyla ilâhî bir kitaptır. O, ‚Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerde olana bir şifa, mü’minlere bir rehber ve rahmet gelmiştir.‛ (Yunus, 10:57) ifadesiyle kendisini, insanlar için bir hidayet ve rahmet kaynağı ve mü’minler için de bir rehber olduğunu beyan etmektedir. Vahyin son halkası olan Kur’ân’ın bu vasıfları kıyamete kadar devam edecektir. Hal böyle olunca onun hem mana hem de lafız boyutuyla ele alınması gerekmektedir. Kur’ân tarihine bakıldığında tenzîl döneminde onun, bir taraftan ezberlenme ve yazı yoluyla kayıt altına alınıp tilavet edildiği, diğer taraftan da insanlar tarafından hayata uygulandığı müşahede edilmektedir. Bu durum, onun yazılması ve kayıt altına alınmasındaki asıl espriyi gösterdiği gibi, İlâhî kelamın daha sonraki nesillere aktarılması ve açıklanması gerektiğini de ortaya koymaktadır. Nitekim bu silsile hep böyle devam etmiş ve her devrin İslam bilginleri, Kur’ân’ı aslına uygun bir şekilde okuyabilmenin ve onu daha iyi anlayabilmenin gayreti içerisinde olmuşlardır.
  • Öğe
    KUR'ÂN-I KERİM -1
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2018) Arslan, Durmuş; Akdoğan, Mustafa Said
    Kur'an'ın sözcük ve terim yönünden muhtelif tanımları yapılmıştır. Dersimizle ilgili olması bakımından sadece terim yönünden genel kabul görmüş tanımına yer vermek istiyoruz. Buna göre Kur'an; Allah (cc) tarafından Cebrail vasıtasıyla Hz. Peygamber'e vahyedilen, nıushaflarda yazılan, tevatür yoluyla nakledilen, tilavetiyle ibadet edilen ve insanların bir benzerini getirmekten aciz oldukları İlahi kelamın adıdır. 1 . Kur'an'ın bu tanımında dile getirilen iki özelliği, yani Allah kelamı/ vahiy mahsulü ve okunmasıyla ibadet edilen bir kitap olması, dersimizi önemli kılan hususların başında gelmektedir
  • Öğe
    Hadis Metinleri-II
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2018) Ağırman, Cemal
    Hadîs Metinleri II Dersinde okutulmak üzere bu kitapta yer alan hadîsleri Buhârî’nin el-Câmi’u’s-Sahîh’inden seçtik. Bu seçmeyi yaparken iki şeyi hedefledik. Birincisi olabildiğince Buhârî’nin ilgili bölümlerin değişik bablarından bir veya birkaç hadîs seçerek el-Câmi’u’s-Sahîh’inin sistemi ve içeriği hakkında bilgi sahibi olmak; ikincisi de dînî, ahlâkî ve sosyal konular hakkında Hz. Peygamber’in ne yaptığı ve ne söylediği konusunda bilgi sahibi olmak. Bu amaç doğrultusunda Buhârî’nin bab başlıklarında yer verdiği birçok âyete de yer verdik. Bu noktada hem Buhârî’nin bab başlıklarını nasıl oluşturduğu konusundaki yöntemini görmek, hem âyetlerin mesajlarından yararlanmak, hem de Kur’ân- Sünnet bütünlüğünü ve Buhârî’nin bunu göstermedeki başarısını görmek gibi bir amaç hedefledik. 1-7. Üniteleri Prof. Dr. Cemal Ağırman, 8-14. Üniteleri Prof. Dr. Sami Şahin hazırlamıştır. Başarı Allah’tandır<
  • Öğe
    KUR’AN ve SAHÂBE SEMPOZYUMU (22-23 MAYIS 2015 / SİVAS)
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2016) Keskin, Hasan; Demir, Abdullah
    12. Tefsir Akademisyenleri Koordinasyon Toplantısı ve bu vesileyle Sivas Valiliği, Sivas Belediye Başkanlığı, Cumhuriyet Üniversitesi Rektörlüğü ve Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin ortaklaşa düzenlediği “Kur’an ve Sahabe” başlıklı sempozyum 22-23 Mayıs 2015 tarihlerinde önemli bir kültür şehrimiz olan Sivas’ta İlahiyat Fakültemizin ev sahipliğinde gerçekleştirilmiştir. Bu etkinliklerin Sivas’ta ve Üniversitemizde yapılması bizim için gerçekten büyük bir mutluluk kaynağı olmuştur. Bu nedenle bu sempozyumun gerçekleştirilmesinde başta Sivas Valimiz Sayın Âlim BARUT Bey, Sivas Belediye Başkanı Sayın Sami AYDIN Bey, Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Faruk KOCACIK Bey ve Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Sabri ERTURHAN Bey olmak üzere tüm katılımcı tefsir akademisyenlerine, özellikle tebliğci, müzakereci, oturum başkanları, değerlendirmeleriyle katkıda bulunan hocalarımıza, sempozyum düzenleme kuruluna, sempozyum bilim kuruluna, sempozyum sekretaryasına ve bu toplantının gerçekleşmesine en ufak ta olsa katkısı olan bütün kuruluş ve özel şahıslara Fakültem ve Sivas adına en kalbi şükranlarımı sunuyorum. Sempozyumda biri açılış tebliği olmak üzere birbirinden değerli on yedi tebliğ sunuldu. Türkiye’nin hemen hemen her ilinden Sivas’a teşrif eden tebliğciler yoğun mesai harcayarak hazırladıkları tebliğlerini bizlerle paylaştılar. Yine bu tebliğler çok değerli tefsir akademisyenleri tarafından müzakere edildi. Sempozyumun sonunda sempozyum ile ilgili önemli değerlendirmeler yapıldı. Bu emeğin kalıcı olması, tüm insanlara ulaşması ancak yazıya dökülmesi ve yayınlanması ile mümkün olacaktı. Bu açıdan sempozyumda sunulan bildirileri ilim dünyasıyla buluşturmak bizim için oldukça önemli bir husustu. Şimdi bunu gerçekleştirmenin de ayrı bir mutluluğunu yaşıyoruz. Sempozyum bildirilerinin yayınlanarak okuyucu ile buluşturulması ve ilim dünyasına kazandırılması hususunda başından beri her türlü desteği ile yanımızda olan Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Faruk KOCACIK Bey’ e ve onun şahsında emeği geçen tüm Rektörlük personeline teşekkürü bir borç bilirim. Ümidimiz odur ki bu sempozyum bildirilerinin yayınlanması daha başarılı çalışmaların ilham kaynağı olacaktır. Gayret bizden tevfik Allah’tandır. 22 Nisan 2016 / Sivas Prof. Dr. Hasan KESKİN Yrd. Doç. Dr. Abdullah DEMİR
  • Öğe
    Hadis Kaynaklarını Okuma Yöntemi ve Musanniflerin Dili
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2013) Ağırman, Cemal
    Hadîsler İslâm Dini’nin ikinci kaynağı ve Kur’ân’ın tefsiri olan Sünnet’in yazılı belgeleridir. Onların tahrif edilmeden sonraki nesillere intikali kadar, intikalinden sonra toplanıp derlenmesi, derlenen ve tasnif edilen bu belgelerin kitaplaşması da önemlidir. Şüphesiz her tasnif belli bir amaca yönelik, belli bir yöntemle ve belli bir ihtiyaca cevap vermek üzere yapılmıştır. Bütün hadîslerin sihhat ve güvenilirlik derecesi aynı olmadığı için amaç, yöntem ve ihtiyaçlar, hadîslerin seçiminde etkili olmuştur. Bu bağlamda kitaplar oluşturulurken kullanılan materyale musannif tarafından tevdi edilen işlevsel konum, hadîslerin sıhhat ve güvenilirliğinin derecesini tespit açısından son derece önemlidir. Hadîs kaynaklarının musanniflerini, muhtevâlarını, tasnif sistemlerini, tasnif amaçlarını, hangi ihtiyaca cevap vermek için tasnif edildiklerini bilmek elimizdeki materyali tanıma ve gerçek fonksiyonunu doğru tespit ve algılama açısından vazgeçilmezdir. Bu çalışma temel hadîs kaynaklarını biraz daha yakından tanıma amacıyla yapılmıştır. Tek tek ele aldığımızda ondokuz temel hadîs kaynağının muhtevâ, tasnif sistemi ve tasnif amacının tahlili yapılmıştır. Ancak bazı musanniflerin eserleri toplu olarak değerlendirilmiştir. Bunu da dikkate aldığımızda değerlendirilen eserlerin daha fazla olduğu görülecektir. Birinci el ve temel kaynak özelliği taşıyan eserler esas alınmıştır. Kaynak kullanımında bu kapsama giren eserler esas olduğu için ikinci el ve derleme eserlerin değerlendirilmesine yer verilmemiştir. Çünkü hadîslerin derleme eserlerden referans verilmesi bilimsel bir uygulama değildir. Derleme eserlerden aldığımız bir hadîsi birinci el temel kaynakta yerini görmemiz ve referansını oradan vermemiz gerekir. Kaynakların değerlendirilmesinin yanı sıra musanniflerin kullandıkları dili, eserlerine ne tür hadîsler aldıklarını belirtmeye çalıştık. Özellikle ale’lebvab telif edilen hadîs kaynaklarının hadîs merkezli değil, bâb merkezli okunması gerektiği ve bâb merkezli okumanın nasıl olması gerektiği konularına yer verdik. Dini tebliğ görevi ifa eden ve özellikle ilahiyat tahsili yapan öğrencilerimiz için yararlı olacağını umuyorum. Muvaffakiyet Allah’tandır. 31.01.2014 Prof. Dr. Cemal AĞIRMAN SİVAS
  • Öğe
    Kur’an da Deyimler ve Kur’an Deyimleri Sözlüğü
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2013) Koçak, Süleyman
    İnsanlar günlük konuşmalarında ve yazılarında deyimlere sıkça başvururlar. Zira deyimler, toplumların uzun yıllar sonrasında ulaştıkları en doğru, en gerçekçi, engin tecrübelere dayanan, olağanüstü anlam derinlikleri olan hikmet hazineleri ve ortak kültürün ürünleridir. Deyimler, edebiyatçısından halkına her kültür seviyesinde insanın beğenisini kazanmış, soyut kavramları, karmaşık, anlaşılması güç duygu ve düşünceleri açık, net ve en kolay yoldan anlaşılır hale getiren yapılardır. Deyimler dinleyicinin düşünsel ve duygusal gücünü harekete geçirecek tüm donamıma sahip, muhatabı herhangi bir konuda ikna edebilmek için gerekli bütün imkânları bünyesinde barındıran, süslü, dolaylı, sanatlı ve etkili anlatımlardır. İletişim ve anlatımdaki üstün başarısından dolayıdır ki insanlığa rehber olmayı amaçlayan Kur’ân, genel amacını en güzel şekilde yerine getirebilmesine yardımcı olacak deyimleri ihmal etmemiş, son derece ölçülü ve yerinde kullanmış ve kendine has bazı yöntemlerle ondan en yüksek verimi elde etmiştir. Dilciler, Kur’ân araştırmacıları ve müfessirler, Kur’ân’daki deyimlere ve deyimsel anlatıma klasik kaynaklarda Kur’ân kelimeleri, belagatı, meselleri vb. konular içerisinde kısmen değinmişlerdir. Kimi zaman deyimlerdeki bazı incelikleri, teferruatlıca ele almışlardır. Ancak bu yapıların deyimbilim alanı içerisinde ele alınıp incelenmesi bütün dillerde olduğu gibi Arap dilinde de çok yenidir. Bu nedenle Arapça deyimler ve Kur’ân deyimleri müstakil ve derli toplu ele alınıp incelenmemiştir. Atasözlerinden, mesellerden, mecaz ve kinayelerden farklı yapıda olan deyimler daha yoğun bir şekilde Kur’ân’da yer almaktadır. Bugün ‘deyimbilim’ gibi bağımsız bir disiplinin konusu haline gelen deyimlerin, Kur’ân ilimleri içerisinde “Emsâlü’l-Kur’ân, Mecâzü’l-Kur’ân vb.” başlıklar altında değil, müstakil olarak “Ta’bîrâtu’l-Kur’ân” şeklinde yeni bir başlık altında ele alınıp incelenmesinin daha uygun olacağını değerlendirmekteyiz...
  • Öğe
    Mağrib'de tasavvuf
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, 2013) Özköse, Kadir
    Tasavvuf ilmi, İslâm düşünce sisteminin önemli disiplinlerden biridir. Ayrıca tasavvuf, ahlâkî, irfanî, felsefî ve tarihi boyutları ile İslâm kültür ve medeniyetinin bir zenginliğidir. İslâmî kaynaklara sadakat gösteren özgünlüğü, toplum kesimlerinin tümünde temsil edi lişi, İslâm coğrafyasının her köşesinde yayılışı ve İslâm tarihinin tüm dönemlerinde varlık gösterişi ile tasavvuf, daima gündemden düşme yen bir kültür mirasımızdır. Müslümanların sanat dünyasında, edebi yat birikiminde, kültür zenginliklerinde, toplum deneyimlerinde, uy garlık yarışında, siyaset sahnesinde, dinin yaşanması ve yaşatılması çabasında, gündelik hayatın içinde, hem bireysel hem de toplumsal sorunların çözümünde tasavvuf, artı bir değer olarak sürekli katkıda bulunmuştur. Tasavvuf kültürünün belirleyici ve baskın konumda olduğu coğrafyaların başında Mağrib gelmektedir. Mağrib-i Aksa ifadesi ile Anadolu insanı olarak bizlere her ne kadar uzak bir coğrafya olarak gözükse de Mağrib coğrafyası, ortak deneyimler, ortak hisler ve zen gin birikimler nedeniyle hiç de bizlere ırak değildir. Müslümanların batı dünyasında gerçekleştirdiği güçlü bir medeniyet örneği olarak Endülüs, Mağrib kültürünün temel taşını oluşturmaktadır. Endülüs medeniyetinin gerçekleştirdiği dil, kültür, edebiyat, sanat, ilim, irfan, düşünce, felsefe ve mimarlık sahasındaki zenginlik, takip eden nesiller için hep güzellik muştusu, başarı tutkusu ve medeniyet inşacısı bir kitle olmalarına imkân hazırlamıştır...
  • Öğe
    Bütün Yönleriyle Zemahşerî Cilt 3
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2023) Aslan, Ömer; Pakoğlu, Abdullah
    Özünü Kur'ân'ın, “Rabbinin adıyla oku!” emrinden alan İslam düşünce medeniyeti, Hz. Peygamber'in tebliğ ve tebyiniyle beşerle buluşarak hayatın her alanına yansıyan ve birbirinden farklı ilmî disiplinlerle zenginleşen çok muhteşem bir yapıdır. Bu yapıya dil bilimleri, tarih, tefsîr, hadîs, fıkıh, kelâm ve felsefe gibi birçok disiplin katkı sunmuştur. Farklı usul ve yöntemlerle hareket etseler de bu ilimler, İslam düşünce geleneği içerisinde hakikati ve hakikatin en ideal formda ifadesi olan Kuran-ı Kerim'i daha iyi kavrama amacı taşımaktadır. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi olarak bu amaca hizmet eden ve tefsir geleneğinin kudretli âlimlerinden biri olarak görülen Zemahşerî üzerine bir çalışmanın önemli olduğunu düşündük. Bir ilim yolcusu olarak İslam coğrafyasının önemli bilim ve kültür merkezlerini ziyaret eden; hatta Mekke'de Kâbe'ye komşu olmasından dolayı 'Cârullah' lakabıyla anılan, döneminin büyük âlimlerinden dersler alan Zemahşerî çok boyutlu bir âlim olmasına rağmen İslam dünyasında hak ettiği takdiri yeteri kadar görememiştir. Biz yapmak istediğimiz bu çalışmada Zemahşerî'nin kıraât, tefsîr, kelâm, fıkıh ve felsefe gibi alanları da kapsayacak şekilde elden geldiğince bütün yönleriyle ele alınması ve incelenerek akademiye kazandırılmasını planladık. Harizm'de dünyaya gelen Zemahşerî, Ebûkubeys dağına çıkıp Araplar'a, “atalarınızın dilini gelin benden öğrenin” diyecek kadar Arap dili ve belağatine sahip yetkin bir âlimdir. Bu sebeple de 'Şeyhu'l- Arabiyye' olarak isimlendirilmiştir. Dil ve dil etrafındaki tartışmalara bu kadar hâkim bir kişi olmasına rağmen modern dönemde yapılan dil, gramer ve dil felsefesi ekseninde yapılan tartışmalara neredeyse hiç konu edinilmediğini söylemek mümkündür. Tefsir, kıraât, hadîs, fıkıh ve kelâm gibi ilimlere dair geniş bir müktesebata sahip olan ve felsefi tartışmalara giren Zemahşerî'nin, kendisinden sonra yazılan tefsirlerin pek çoğunda referans olarak gösterildiği müşahede edilmektedir. Bu da şüphesiz onun tefsîr ilmindeki otoritesini ve özgünlüğünü göstermektedir. Zemhaşerî aynı zamanda İslam kelâmının ilk rasyonalistleri kabul edilen Mu'tezile mezhebine mensup olup bu yönüyle 'Hâtemü'l Mu'tezile' olarak da anılmıştır. Nitekim o, kelâma dair eserler de kaleme almıştır. Gerek tefsîrinde gerekse kelâm ilmine dair yazdığı eserlerde felsefî tartışmalara da yer vermiştir. Zemahşerî, Mutezilî bir düşünür olmasına rağmen Sünnî ve Şiî alimler de onu yakından takip etmişlerdir. Tefsirindeki iddiaları ve kelâmî yaklaşımlarının bazıları beğenilmiş ve benimsenmiş olmasına rağmen bir kısmı da sert eleştirilere tabi tutulmuştur. Bu takdir ve eleştirilerin değeri ve anlamı nedir?.. Böylesine çok yönlü ve ilmi yetkinliğe sahip olan Zemahşerî'nin yapmış olduğu dirayet tefsîrinin, dil ve belağat yaklaşımlarının, kelâmî ve felsefî tartışmaların bugünki anlamı nedir? Aklın egemen olduğu günümüz dünyasında Zemahşerî'yi nasıl anlamak ve yorumlamak gerekir?.. İşte zihin dünyamıza takılan tüm bu soru ve tartışmalar bağlamında İslam düşüncesinin yetiştirdiği bu âlimi hem bütün yönleriyle anlayıp gün yüzüne çıkarmak, hem de bahsi geçen konular etrafında günümüz araştırmacılarının gündemine almak suretiyle onu anlamaya çalıştık. Bu vesile ile gerek yurtiçi ve gerekse yurtdışından birbirinden farklı alanlarda çok sayıdaki akademisyenlerimizin kaleminden “Bütün Yönleriyle Zemahşerî” adlı çalışmamızı tamamlayıp ilim dünyasına sunabilmenin mutluluğunu yaşadığımızı ifade etmek isteriz. Faydalı olması dileğiyle…
  • Öğe
    KUR’ÂN-I KERİM –III
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2023) Aslan, Ömer; Şaraldı, Mustafa Yücel; Arslan, Durmuş
    Kur’ân’ın metni (Mushaf) sıradan bir Arapça metin olmayıp onun Allah kelamı olması, öteden beri İslam bilginlerini özellikle de Kur’ân tilavetiyle meşgul olan kıraat âlimlerini, Kur’ân’ın belli kurallara göre okunması gerektiği fikrine sevk etmiştir. Kur’ân’ın belli kurallara göre okunmasını gerekli kılan unsur, onun sadece Allah kelamı olması değildir. Kur’ân’ın lafız ve nazmı ile birlikte mütalaa edilmiş olması da bunda etkili olmuştur. Bunların yanında galat, yani kural dışı okuyuşların manayı olumsuz yönde etkileyeceği yolundaki endişeler de Kur’ân tilavetinde birtakım kuralların olmasının zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. Kur’ân, kendinden bahsederken bir taraftan dilinin Arapça olduğunu (Şuarâ, 26:195), diğer yandan da tertîl ile okunması gerektiğini ifade etmektedir (Müzzemmil, 73:4). Bu durum da onun, belli başlı kaideler çerçevesinde okunmasının lüzumlu olduğunu göstermektedir. Ayrıca sıradan bir metin olmaktan öte, onun ilahî bir kelam olması da belli kriterlere göre okunmasının dînî gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Herhangi bir metnin bile belli kurallar çerçevesinde okunması gerektiği bilinmektedir. Çünkü anlatılmak istenen şeyin, daha düzgün bir şekilde anlaşılabilmesi için bazı kurallara riayet etme zorunluluğu vardır. Nasıl ki güzel bir yazı/metin için birtakım gramer kuralları gerekli ise, güzel bir okuyuş için de uyulması gereken bazı kurallar olmalıdır. Kur’ân tilavetinde tecvîd’in gerekli olup olmadığı hususu, zaman zaman zihinleri meşgul edebilmektedir. Hz. Peygamber döneminde tecvîd ilminin henüz tedvîn edilmemiş olması, benzer görüşlerin ortaya çıkmasında en büyük neden olarak kabul edilebilir. Bugün İslam dünyasında mevcût olan diğer ilimlerin Peygamber döneminde tedvîn edilmemiş olması, bunların o gün için hiç olmadıkları anlamına gelmeyeceği gibi, tecvîd ilminin tedvîn edilmemiş olması da o devirde onun pratikte uygulanmadığı anlamına gelmemelidir. Tam aksine önceden pratik olarak uygulamada olan bir şeyin, daha sonra kapsamlı bir isim altında tedvîninin ortaya çıkmış olduğunu söylemek daha tutarlı olacaktır. Bu nedenle Hz. Peygamber döneminde tecvîd’in bir ilim olarak mevcut olmaması, onun pratik olarak da olmadığını göstermez. Her ne kadar o dönemde bugünkü anlamda sistematik bir tecvîd söz konusu olmasa da şu an icra edilen tecvîd kurallarının o günde mevcut olduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber döneminde olmayan şey, Kur’ân tilavetinde tecvîdin uygulanması değil, Tecvîd kurallarının teorik olarak bir araya getirilip tedvîn edilmemesidir. Kur’ân tilavetinde tecvîd kurallarına uymanın bir dînî gerekliliği varrdır. Zira tecvîd kurallarına uymak, Kur’ân lafızlarının özüne sadık kalmanın bir göstergesidir. Tecvîd kurallarına uyulduğu ölçüde kelamın özü muhafaza edilirken, bu kurallara uymamak da Kur’ân tilavetinde lahne (hatalı okuyuşa) sebebiyet verecektir. Bu durumda hatalı okuyuş lafzı bozacak, bozuk lafız da kelime ya da cümlede kast edilen mananın ya anlaşılmamasına ya da yanlış anlaşılmasına sebebiyet verecektir. Zamanla kıraat ilmiyle uğraşan İslam bilginleri, Kur’ân’ın okunduğu kurallara “tecvîd” adını vererek bu ilmi Kur’ân ve Hadis’le delillendirme yoluna gitmişlerdir. Bu çerçevede kıraatle ilgili kaynaklara baktığımızda, Kur’ân’ın tecvîd kurallarına göre okunmasının zorunlu olduğunun Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabit olduğunu müşahede etmekteyiz. Hal böyle olunca ilgili kural ve kaidelerin mahiyet ve tatbiki önem arz etmektedir.
  • Öğe
    KUR’ÂN-I KERİM –I
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2024) Arslan, Durmuş; Aslan, Ömer; Arslan, Abdüssamet
    Kur’ân’ın metni (Mushaf) sıradan bir Arapça metin olmayıp onun Allah kelamı olması, öteden beri İslam bilginlerini özellikle de Kur’ân tilavetiyle meşgul olan kıraat âlimlerini, Kur’ân’ın belli kurallara göre okunması gerektiği fikrine sevk etmiştir. Kur’ân’ın belli kurallara göre okunmasını gerekli kılan unsur, onun sadece Allah kelamı olması değildir. Kur’ân’ın lafız ve nazmı ile birlikte mütalaa edilmiş olması da bunda etkili olmuştur. Bunların yanında galat, yani kural dışı okuyuşların manayı olumsuz yönde etkileyeceği yolundaki endişeler de Kur’ân tilavetinde birtakım kuralların olmasının zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. Kur’ân, kendinden bahsederken bir taraftan dilinin Arapça olduğunu (Şuarâ, 26:195), diğer yandan da tertîl ile okunması gerektiğini ifade etmektedir (Müzzemmil, 73:4). Bu durum da onun, belli başlı kaideler çerçevesinde okunmasının lüzumlu olduğunu göstermektedir. Ayrıca sıradan bir metin olmaktan öte, onun ilahî bir kelam olması da belli kriterlere göre okunmasının dînî gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Herhangi bir metnin bile belli kurallar çerçevesinde okunması gerektiği bilinmektedir. Çünkü anlatılmak istenen şeyin, daha düzgün bir şekilde anlaşılabilmesi için bazı kurallara riayet etme zorunluluğu vardır. Nasıl ki güzel bir yazı/metin için birtakım gramer kuralları gerekli ise, güzel bir okuyuş için de uyulması gereken bazı kurallar olmalıdır. Kur’ân tilavetinde tecvîd’in gerekli olup olmadığı hususu, zaman zaman zihinleri meşgul edebilmektedir. Hz. Peygamber döneminde tecvîd ilminin henüz tedvîn edilmemiş olması, benzer görüşlerin ortaya çıkmasında en büyük neden olarak kabul edilebilir. Bugün İslam dünyasında mevcût olan diğer ilimlerin Peygamber döneminde tedvîn edilmemiş olması, bunların o gün için hiç olmadıkları anlamına gelmeyeceği gibi, tecvîd ilminin tedvîn edilmemiş olması da o devirde onun pratikte uygulanmadığı anlamına gelmemelidir. Tam aksine önceden pratik olarak uygulamada olan bir şeyin, daha sonra kapsamlı bir isim altında tedvîninin ortaya çıkmış olduğunu söylemek daha tutarlı olacaktır. Bu nedenle Hz. Peygamber döneminde tecvîd’in bir ilim olarak mevcut olmaması, onun pratik olarak da olmadığını göstermez. Her ne kadar o dönemde bugünkü anlamda sistematik bir tecvîd söz konusu olmasa da şu an icra edilen tecvîd kurallarının o günde mevcut olduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber döneminde olmayan şey, Kur’ân tilavetinde tecvîdin uygulanması değil, Tecvîd kurallarının teorik olarak bir araya getirilip tedvîn edilmemesidir. Kur’ân tilavetinde tecvîd kurallarına uymanın bir dînî gerekliliği varrdır. Zira tecvîd kurallarına uymak, Kur’ân lafızlarının özüne sadık kalmanın bir göstergesidir. Tecvîd kurallarına uyulduğu ölçüde kelamın özü muhafaza edilirken, bu kurallara uymamak da Kur’ân tilavetinde lahne (hatalı okuyuşa) sebebiyet verecektir. Bu durumda hatalı okuyuş lafzı bozacak, bozuk lafız da kelime ya da cümlede kast edilen mananın ya anlaşılmamasına ya da yanlış anlaşılmasına sebebiyet verecektir. Zamanla kıraat ilmiyle uğraşan İslam bilginleri, Kur’ân’ın okunduğu kurallara “tecvîd” adını vererek bu ilmi Kur’ân ve Hadis’le delillendirme yoluna gitmişlerdir. Bu çerçevede kıraatle ilgili kaynaklara baktığımızda, Kur’ân’ın tecvîd kurallarına göre okunmasının zorunlu olduğunun Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabit olduğunu müşahede etmekteyiz. Hal böyle olunca ilgili kural ve kaidelerin mahiyet ve tatbiki önem arz etmektedir.
  • Öğe
    KUR’ÂN-I KERİM –IV
    (Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2024) Arslan, Durmuş; Aslan, Ömer; Arslan, Abdüssamet
    Kur’ân’ın metni (Mushaf) sıradan bir Arapça metin olmayıp onun Allah kelamı olması, öteden beri İslam bilginlerini özellikle de Kur’ân tilavetiyle meşgul olan kıraat âlimlerini, Kur’ân’ın belli kurallara göre okunması gerektiği fikrine sevk etmiştir. Kur’ân’ın belli kurallara göre okunmasını gerekli kılan unsur, onun sadece Allah kelamı olması değildir. Kur’ân’ın lafız ve nazmı ile birlikte mütalaa edilmiş olması da bunda etkili olmuştur. Bunların yanında galat, yani kural dışı okuyuşların manayı olumsuz yönde etkileyeceği yolundaki endişeler de Kur’ân tilavetinde birtakım kuralların olmasının zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır. Kur’ân, kendinden bahsederken bir taraftan dilinin Arapça olduğunu (Şuarâ, 26:195), diğer yandan da tertîl ile okunması gerektiğini ifade etmektedir (Müzzemmil, 73:4). Bu durum da onun, belli başlı kaideler çerçevesinde okunmasının lüzumlu olduğunu göstermektedir. Ayrıca sıradan bir metin olmaktan öte, onun ilahî bir kelam olması da belli kriterlere göre okunmasının dînî gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Herhangi bir metnin bile belli kurallar çerçevesinde okunması gerektiği bilinmektedir. Çünkü anlatılmak istenen şeyin, daha düzgün bir şekilde anlaşılabilmesi için bazı kurallara riayet etme zorunluluğu vardır. Nasıl ki güzel bir yazı/metin için birtakım gramer kuralları gerekli ise, güzel bir okuyuş için de uyulması gereken bazı kurallar olmalıdır. Kur’ân tilavetinde tecvîd’in gerekli olup olmadığı hususu, zaman zaman zihinleri meşgul edebilmektedir. Hz. Peygamber döneminde tecvîd ilminin henüz tedvîn edilmemiş olması, benzer görüşlerin ortaya çıkmasında en büyük neden olarak kabul edilebilir. Bugün İslam dünyasında mevcût olan diğer ilimlerin Peygamber döneminde tedvîn edilmemiş olması, bunların o gün için hiç olmadıkları anlamına gelmeyeceği gibi, tecvîd ilminin tedvîn edilmemiş olması da o devirde onun pratikte uygulanmadığı anlamına gelmemelidir. Tam aksine önceden pratik olarak uygulamada olan bir şeyin, daha sonra kapsamlı bir isim altında tedvîninin ortaya çıkmış olduğunu söylemek daha tutarlı olacaktır. Bu nedenle Hz. Peygamber döneminde tecvîd’in bir ilim olarak mevcut olmaması, onun pratik olarak da olmadığını göstermez. Her ne kadar o dönemde bugünkü anlamda sistematik bir tecvîd söz konusu olmasa da şu an icra edilen tecvîd kurallarının o günde mevcut olduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber döneminde olmayan şey, Kur’ân tilavetinde tecvîdin uygulanması değil, Tecvîd kurallarının teorik olarak bir araya getirilip tedvîn edilmemesidir. Kur’ân tilavetinde tecvîd kurallarına uymanın bir dînî gerekliliği varrdır. Zira tecvîd kurallarına uymak, Kur’ân lafızlarının özüne sadık kalmanın bir göstergesidir. Tecvîd kurallarına uyulduğu ölçüde kelamın özü muhafaza edilirken, bu kurallara uymamak da Kur’ân tilavetinde lahne (hatalı okuyuşa) sebebiyet verecektir. Bu durumda hatalı okuyuş lafzı bozacak, bozuk lafız da kelime ya da cümlede kast edilen mananın ya anlaşılmamasına ya da yanlış anlaşılmasına sebebiyet verecektir. Zamanla kıraat ilmiyle uğraşan İslam bilginleri, Kur’ân’ın okunduğu kurallara “tecvîd” adını vererek bu ilmi Kur’ân ve Hadis’le delillendirme yoluna gitmişlerdir. Bu çerçevede kıraatle ilgili kaynaklara baktığımızda, Kur’ân’ın tecvîd kurallarına göre okunmasının zorunlu olduğunun Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabit olduğunu müşahede etmekteyiz. Hal böyle olunca ilgili kural ve kaidelerin mahiyet ve tatbiki önem arz etmektedir.